banner
palmiyemerkezi
anasayfa
ayinbitkisi
arsiv
bos1
baglantilar
iletisim
kitap
palmiye böceði
basýnda
siteyioneriniz
harita
sorular ve cevaplar
ulasim
lisan seç
intro
bos2
bos2
bos2

BEYAZ KURDELE


Konu başlıklarına tıklayarak ilgili bilgiye erişebilirsiniz.

 

#KAMUOYUNA ÇAĞRI VE DUYURULAR
YÜCEL AŞKIN'A MEKTUPLAR

BASINDA YÜCEL AŞKIN

KÖŞE YAZARLARI


KAMUOYUNA ÇAĞRI VE DUYURULAR

Bizler, ülkemizin gerek üniversite ve gerekse hukuk gündeminde çarpıcı çelişkilerin yaşandığı Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki gelişmeleri yakından görmek ve tanık olmak amacıyla bir araya geldik. Hiçbir resmi ve sivil örgüt yönlendirmesi olmaksızın bütünüyle farklı meslek ve çalışma alanlarından kişiler olarak Cumhuriyet değerleri üzerinde fikir birliğine varan yurttaşlarız. Bizler gibi Van'daki olaylara tanıklık etmek isteyen çok sayıda sağduyulu yurttaşın varlığından haberdarız.

 

Türkiye son birkaç yıldır içeriden ve dışarıdan kaynaklanan, ülkenin birlik ve bütünlüğüne, laik ve demokratik hukuk devleti yapısına yönelik saldırılarla karşı karşıyadır. Bu saldırılar son günlerde üniversiteler üzerinde yoğunlaşmıştır.   Kurgulanan senaryonun, üniversiteleri kamuoyu önünde küçük düşürmeye yönelik olduğu açıktır. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın şahsında yaşanan trajik olayların diğer üniversitelere de sıçrayacağına ilişkin pek çok işaret verilmiş durumdadır.

 

Çağdaş hukuk devletinin evrensel değerlerini bilenler, Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın suçlandığı 235 sayfalık iddianameyi okuduklarında, bu iddianamenin politik koşullanmalar, bağnaz saplantılar ve kör bencilliklerle dolu bir hesaplaşma metni olduğunu hemen göreceklerdir.

 

Prof. Dr. Yücel Aşkın olayında somutlaşan durum göstermiştir ki, demokratik toplum değerleri ve evrensel insanlık erdemleri gelecekte de tehlikeli biçimde yıpratılmaya devam edecektir.

 

Sizleri günlük politik çıkarların gölgesinde gerçekleştirilecek tüm benzer uygulamalara karşı aklın ve bilimin ışığında tek yürek olmaya çağırıyoruz.

 Çağdaş Türkiye İçin Yurttaş Girişimi      16.12.2005

Saygıdeğer Yücel Aşkın destekcileri,
 
artık bir web sitemiz var: beyazkurdele@beyazkurdel.com
lütfen adres üzerine tıklayın ve sayfayı açarak inceleyiniz.
 
Artık iletilerinizi bu sayfa üzerinden gönderiniz. İletileriniz bu yolla daha kolay birbirimize ulaşacaktır.
 beyazkurdele destek grubu

KAMUOYU DUYURUSU

16.11.2005

Van’a Sahip Çıkmak, Cumhuriyet Üniversitelerine Sahip Çıkmaktır...

 AKP İktidarı’nın üniversiteleri kuşatma harekatı ‘türban inadı’ ile pekiştirilirken Van’dan gelen son haber, Yüzüncü Yıl Üniversitesi dramını bir kere daha gözler önüne sermiştir. Hakkında yedi ay önce soruşturma açılan ve dört aydan fazla bir süredir mahkemeye çıkarılmadan Van Kapalı Cezaevi’nde tutuklu olarak bekletilen Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı’nın intihar haberi ve Rektör Yücel Aşkın’ın halen ciddiyetini korumakta olan sağlık durumu tüm üniversitemizi derinden etkilemiştir. Van’da yaşananların bu noktaya varmış olması kabul edilebilir bir durum değildir. Soruşturmadaki usul tartışmaları hala canlıyken yaşadığımız bu kayıp, olayın arka planını bir kez daha düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.

AKP Hükümeti, üniversiteleri skolastik düşünceyi egemen kılabileceği ticari birer güç alanı olarak görmeye devam etmekte ve bu yolda önüne çıkan engelleri ne pahasına olursa olsun aşmaya çalışmaktadır. Çağdaş bir üniversite düşünü yaşama geçiren Rektör Yücel Aşkın ve çalışma arkadaşları, yollarına çıkan çetin bir engel olmuştur. ODTÜ Öğretim Elemanları olarak aynen Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki meslektaşlarımız gibi cumhuriyet ve demokrasi ilkelerini sonuna kadar savunacağımızdan kamuoyunun emin olmasını isteriz.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne yönelik sindirme harekatı, cumhuriyet üniversitelerine verilmek istenen bir gözdağıdır. Bağımsız olması gereken yargının baskı altında olduğu şüphesini yaratan ve üniversite yöneticilerinin henüz soruşturma sırasında alelacele tutuklanarak cezaevine konulmasıyla gelişen onur kırıcı süreç, üniversiteleri her alanda yıldırmaya çalışan sistemli bir siyasetin, devamı gelecek bir ara aşaması olarak görünmektedir.

Tüm bu kargaşa ve siyasal komplo ortamında sahte, bilimdışı gündemlerle üniversiteler bilinçli olarak temel işlevlerinden alı konmakta; cumhuriyetçi duyarlılığı yüksek olan akademik çevrelere ve yüksek öğrenim kurumlarına zarar verilmektedir.

Kesin olan olgu, sahneye konan gerici senaryoya karşın, Mustafa Kemal Atatürk’ün Üniversite Reformu’yla 1930’larda çok derinlere kök salmış olan Türk üniversitelerindeki aydınlanmacı direncin her dönem etkin ve diri kalacağıdır.

Bu gerçeği bir kez daha hatırlatır, yaşadığımız bu acı olay nedeniyle başta Yüzüncü Yıl Üniversitesi olmak üzere tüm üniversite camiasına başsağlığı ve Prof. Dr. Yücel Aşkın'a acil şifalar dileriz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği Yönetim Kurulu


Van’da Hukuk Faciası  24 Aralık 2005

Prof. Dr. Tolga Yarman 

14 Aralik'ta Van'da,  tam bir "hukuk faciasi" yasandı... 

Ortada, oncesinden itibaren, bir “tezgâh” oldugunu görmemek için, kör olmak gerekiyor.

"Tezgâha"; artik hiç bir suphem yok ki; en once siyasi düzlemde dehşetli bir kasıtla Bakanlıklar düzeyinde, nufuzlar kötüye kullanılmak suretiyle, meydan verilmiş bulunulmaktadır... 

Soz konusu üst düzey eşhasın, nufuz istismari suretiyle, Yucel Askin'a yaptiklari, demek ki, Turkiye'de kime istenirse, yapilabilir...  Durum bu kadar vahimdir... Olay hakkinda, "Meclis Sorusturmasi" istenmelidir.  

Içi (gözlerimle ve kulaklarımla tanik olmuş olarak ifade ediyorum), bombos olan  iddianameleri, kim, ya da kimler, hangi basiretle, hangi vicdanla, hazirlamıştır?

Dava Dosyası’nın, Yükseköğretim Kurulu’na, muhakeme musaadesi istihsali icin yollanma gereğinin önüne geçebilmek icin, kim ya da kimler, ancak bir terör örgütünün verecegi hukuksal resme, Rektör Yucel Askin'i  ve calisma arkadaslarini hiç duraksamadan, binbir zorlamayla, icbar etmek suretiyle, davanin ağır ceza zemininde gorulmesini temin etmede, gayretler uzerine gayretler sarfetmislerdir? 

Birbirinden tutarsız, birbirinden illetli iftiralari, kim ya da kimler, nasil, hangi curetle tezgahlayabilmis, vahimi, kim ya da kimler, bunlara gerekli arastirmayi yapamadan, sorusturmayi gerektiğince derinleştirmeden, itibar etmis ve haklarinda dişe dokunur tek bir somut karine dahi bulunmayan guzel insanları, tutuklu ya da tutuksuz, agır ceza salonlarında, demir parmakıklı bolmedeki sanik sandalyelerine oturtmuştur?..  

Bir hukukcu olan Cumhurbaskani'ndan, Cumhurbaskanligi Denetleme Muessesesi'ni, harekete geçirmesi, talep edilmelidir.   Söz konusu tezgâh, Bakanlıklar düzeyinde verilecek talimatlar olmadan, kolay kolay gerçekleştirilemez… 

Hangi Bakanlar, Van’da Üniversite’ye, tekmil, emniyet birimlerini sevketmişlerdir? Operasyonda, İçişleri Bakanı’nin dahli nadir? Van’lı Milli Eğitim Bakani’nin dahli nedir? Savciların, olaya orgütlü çete resmi biçmesinde, Adalet Bakanı’nın, dahli nedir? 

Siyasi baskı olmadan, mümkün değil, olmayacak (benim bildiğim, Türkiye’de en olağanüstü dönemlerde dahi, hiç olmamış) şu tezgah, devlet görevlilerine hangi siyasi baskılar uygulanmak suretiyle, becerilebilmiştir? 

TBMM, başta Değerli Hukukçu Başkanı ile, konunun üstüne behemahal eğilmelidir.Olay, çeşlitli boyutlarıyla soruşturulmalı, siyasi nüfuz istismarı, aydınlatılmalıdır.İlgili Bakanlar hakkında, "gensoru önergeleri" verilmelidir.  Görev istismarı sabit görülenler, muhakkak, Yüce Divan'a sevkedilmelidir... Pabuç, o kadar ucuz degil!..  Biz ne acaip mahluklarız? 

Semdinli'de, "derin devletin uslanmazlıklarını", üzerinde elbette durulmayı gerektiren gerekçelerle eleştirenler, dakikasında, siyaseten var guclerini kullanıp, yalnizca dedikodu ve fantazi duzleminde urettikleri uyduruk gerekcelerle, yandaslarina kestirmeden, yer açabilmek, giderek mevcut ölçütler itibariyle, hakedilmemiş olacak menfaat sağlamak, bunun için ise, onların önlerindeki "üniversite yonetim engelini" ortadan kadırmak amacıyla, devletteki konumlarını, ayan beyan istismarla, universiteye baskınlar düzenleyip, oradaki "yasal yonetimi", “tehdit” ve “şiddet” uygulayan, “çikar temini maksadıyla bir araya gelmiş, örgütlü bir cürüm sebekesi" olmakla suçlayarak, pervasızca, tutuklatmakta, binlerce yıl hapis cezası istemiyle, agır ceza sureçlerine taşımayı becererek, üstüne üstlük, "Adaletin tecellisine hangi hakla karışıyorsunuz?" diye etraflarina, hiç hicap duymaksızın tafralar atarak, "savcılık", "soruşturma", "ifade", "hapishane", "hastane", gayyalarında, sürüm sürüm yargılatmaya, tevessül edebilmektedirler...  

Turban icin üzerinde elbette durulmayı gerektiren gerekcelerle, "ozgurluk" isteyenler, Rektör Yucel Askın'ın, hiç bir makul gerekçe olmadan tutukluluğunun devamı icin, Genel Sekreter Yardımcısı'nın hapishanede, hemen neredeyse, intihar suretiyle degil, Yucel Askın'ın direkitifi ile öldürüldügünü, tüyleri diken diken eden bir ilkellikle, avukatları marifetiyle ileriye surebilmekteler...    

14 Aralik’ta, Van’da, bir yaşıma daha girdim...  "Tutuklama halinin" devamina iliskin gerekçe ise, kimi olsa, ihitiyarlatırdı: - Orada bulunan "dort sanığın" daha dinlenmemiş olması!..  

Buydu, kendini pırıl pırıl bir belagat, insicam, yüreklilik, erdem, yumuşaklık, ama aynı zamanda tavırlılıkla savunan ve inanıyorum, duruşmada hazır bulunan herkesin, masumiyetine, bir kez daha hükmetmesine imkân bahşeden, Değerli Yucel'in, en az on beş gün daha kodese tıkılmasının gerekçesi!.. 

Ya zırt pırt, olur olmaz bu topraklarda bitiverip, “AB’li talkım hocalarımıza”, ne demeli?..

Ee tabii, bir gün arayla, hem Istanbul, hem Van, bir parça yorucu olurdu!

Sözlerimi iyi bir haberle bitireyim... 

Durusmayı, baştan sonra izleyen, Istanbul Barosu Başkanı Ak Saçlı Delikanlı Kazım Kolcuoğlu, Istanbul'a donerken, Türban icin "ozgurluk" isterken, Rektor Yucel Askin'in, hic bir makul gerekce olmadan tutuklulugunun devami icin, "Genel Sekreteri Yardımcısı’nın hapishanede, hemen nereseyse, intihar suretiyle degil, Yücel Askin'in direktifiyle oldürüldüğünü", tüyleri diken diken eden bir ilkellikle, savunan Istanbul Barosu'na kayıtlı avukatlari, Van'da, duruşma arasinda tedip etmekten mâdâ, onlar hakkinda behemahal "Meslek ahlâkini ihlal" dolayisiyla, soruşturma açtırtacağını belirtti...  

Türkiye’de şükür hukukçular var; hakimler var…

Profesör Yücel Aşkın, bilmem kaç yüz parça arkeolojik eser kaçakçılığı suçlamasıyla, çıkartıldığı davanın daha birinci duruşmasında beraat etti.

Işte bir hukuk müjdesi daha…

Her ne pahasına olursa olsun, Van'da aydınlık günler uzakta degil...  


BASINA VE KAMUOYUNA DUYURU 

(Bir doktor tarafından bana gönderilen ve Van kökenliler ile diğer “Müstafi Şefler”in bir gecede nerelere atandıklarını listesini içeren maili aynen aktarıyorum.)  

“Ankara’daki VAN 56 gündür bir rektör tutuklu bulunuyor ve hastanede bitap halde yatıyor.

Kendisini ziyarete gelenlerle bile milletvekilleri araya girince savcıdan izin alarak görüşebiliyor. Adi bir suçtan yargılanıyormuşçasına kendine zulüm ediliyor. Biraz daha ileri gidilse başında olduğu üniversitede Atatürkçü bir gençlik yetişsin diye irticaya karşı savaştığı için  mevcut iktidar tarafından aforoz edilecek. Bir yanda Atatürkçü tutuklu bir  rektör diğer yanda irticacı öğretim görevlileri… Peki ya bu ülkeyi bulunduğundan daha geriye götürmek isteyen öğretim görevlileri tayfası ne alemde. Hemen söyleyelim; iktidarın sayesinde asıl takibe alınması gereken belki de ellerinden eğitimci kimliği alınması gereken Van’daki bu tayfa Ankara’nın, başkentin göbeğinde bir hastanede yuvalanmaya başlamıştır.  Bu hastane belki de ismi daha önceden duyduğunuz Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanesidir. Ne yazık ki Atanın ismiyle uzaktan yakından alakası olmayan bu hastanenin kurucu başhekimi (halen görevde) Van Yüzüncü Yıl kökenli Prof. Dr. Nihat Tosun’dur. Durun daha bitmedi. 1. GÖZ KLİNİĞİ Şefi Doç. Dr. Şaban Şimşek, 1.KARDİOLOJİ KLİNİĞİ Şefi Doç. Dr. Mehmet Bilge, KBB KLİNİĞİ Şefi Doç. Dr. Ahmet KUTLUHAN Van Yüzüncü Yıl kökenlidir. Bunun yanında Nur tarikatına yakınlığıyla bilinen Fatih Üniversitesinden KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLN. Şefi Doç. Dr. A. Filiz Avşar, PLASTİK CERRAHİ KLN. Şefi Op. Dr.  Mehmet Oğuz Yenidünya , ÜROLOJİ KLİNİĞİ 1 Şefi Doç. Dr. M. Derya

Balbay’ da bu hastanede görev yapmaktadır.İşin daha ilginç kısmı  Cumhurbaşkanlığından dönen ama başka bir kanun içinde ek madde olarak  geçirilen Profesör ve doçentlerin sınavsız Şef yapılması kanunuyla bir gecede şef olan yeni bir tayfa daha bu hastanede göreve başlamıştır.

Enteresan olan Yücel aşkın olayından sonra Van Yüzüncü Yıl’dan peş peşe ayrılan  5 öğretim üyesi Dr.Ahmet Metin dermatoloji Şefi, Dr.Ömer Anlar, Nöroloji Klinik Şefi, Dr.Mehmet Emin Sakarya Radyoloji, Dr. Nevzat  Serdar Uğraş 2. Patoloji Kln. Şefi, Dr.Süleyman Alıcı Onkoloji kln. Şefi, Fırat Üniversitesinden Dr.Ziya Cibaşi Açıkgöz Mikrobiyoloji Kln.Şefi, Dr. Mehmet Faik Özveren 2. Nöroşirurji Kln Şefi, Erzurum Atatürk  Üniversitesinden Dr. Engin Bozkurt Kardioloji Kln Şefi, Dr. Ahmet  Taşyaran Enfeksiyon Kln Şefi  olarak direkt bir gecede Şef olmuş  ve Ankara da başkentin göbeğinde eğitim verip veremeyeceğine bakılmaksızın alelacele yapılan gecekondular gibi bir günde kendilerine klinikler inşa edilmiştir. Şimdi şunu sorgulamak lazım neden bu öğretim görevlileri tek bir hastanede toplanıyor?

Bunda ki amaç nedir?  Bunların hepsi bir rastlantı mıdır? Hiç sanmıyorum. Bunların hepsi planlı bir işin parçalarıdır. Van’daki irtica çetesi Başkentte Ankara’daki Van’ı kurmaya çalışıyor. Hükümette buna destek veriyor. Sağlık bakanlığı doğudaki doçentleri ve profesörleri bir gecede şef yapıp büyük illere atarken bir yandan da doğudaki illerde mevcut üniversitelerde  Profesör Açığı var diyerek doğuya rotasyonla öğretim görevlisi göndermeye çalışıyor. Bu da yetmezmiş gibi 15 tane daha üniversite açmaya çalışıyor.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…Eğer ki bizler(doktorlar, tabipler birliği,  medya ve sevgili halkım) daha sessiz kalmaya devam edecek olursak  ileride içine dahi giremeyeceğimiz tamamen yabancılaştığımız hastanelerimiz,  eğitim ve öğretim kurumlarımız olacak.

Ve yarın geç olacak. Bu olanlara bir dur dememiz lazım…” 

(Not: Yakında bu hastanede “İslami Sağlık Hizmeti Modelini” kuşkusuz göreceğiz!)

Prof.Dr.Mehmet Neşşar

Cumhuriyet Halk Partisi

Denizli Milletvekili

12 Aralık 2005


YÜCEL AŞKIN'A MEKTUPLAR

Prof. Dr. Sayın Yücel Aşkın,

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü

Bugüne deyin hiç kimsenin ve hiçbir yönetimin çağdaş düzeye, değil ulaştırmak, yaklaştırmak için bile çaba göstermediği yada göstermek istemediği Doğu Anadolu, Van ve Yüzüncü Yıl Üniversitesine başından beri vermiş olduğunuz emeğin , Türkiye’ ye bilim, sanat, kültür alanında yaptığınız öncülüğün , Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılığınızın hepimiz bilincindeyiz. Her koşulda sizinle olduğumu, görüşlerinizi ve savaşımınızı sonuna kadar desteklediğimi haykırmak  istiyorum. Sizi, yaptıklarınızdan ve başardıklarınızdan dolayı yürekten kutlarken, başarma, pes etmeme duygu, düşünce ve ruhunu asla yitirmemenizi diliyorum. Çağdaşlığa, uygarlığa ve hukuka karşı olanlarla savaşımızda yalnız olmadığınızı da altını çizerek vurguluyorum.

Bugün, hukuk ilke ve kurallarını hiçe sayıp hukuku kendi çıkarlarına çevirmeye ve kullanmaya çalışanlarla Cumhuriyeti, Laikliği, Atatürk Devrimlerini ve bilimi yok etmek isteyenler, gerçek anlamda işleyecek çağdaş hukuk ilke ve kurallarının, başlarına neler getirebileceğini, unutmamalıdırlar… Bugün, sayıları sanıldıklarından çok daha fazla  olan  gerçek Cumhuriyet insanlarını, onlardan korktukları ve çekindikleri için ezmeye, yıldırmaya ve sindirmeye çalışanlar, bir gün mutlak kendi kurallarıyla ezileceklerdir.  Sonuna kadar sizinle birlikte olanlar ve olacaklar adına

 Sonsuz saygılarımla…

 Güneş Müftüoğlu

 ODTÜ – Türk Dili Bölümü

 Başkanı


 

Van! Van!
Prof. Dr. Tümer URAZ (09 Ararlık 2005, Cumhuriyet)

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki olaylar nedeniyle hemen her gün basınımızda yoğun haber ve yazılara tanık oluyoruz. Bir de 10 yıl kadar önce Van Gölü'nde olmayan ''canavar'' hakkında çıkan yazılar, bu sevimli ilimizi gündeme oturtmuştu. O dönemde karşılaştığımız Vanlı dostlar bunun
turizm açısından çok yararlı olacağını belirtiyorlardı. ''M Tipi Kapalı Cezaevi'' nde tutuklu bulunan öğrencimiz, meslektaşımız ve arkadaşımız sevgili Prof. Dr. Yücel Aşkın' ın durumu da umarım yalnızca Van'a değil, tüm Türkiye'ye yararlı sonuçlar getirir. Birçok kimsenin aklını başına
toplamasına da yardımcı olur.

Ben o yörenin insanıyım. Lisenin ilk iki sınıfını Bitlis'te, son sınıfını da 50 yıl önce (1956-57 ders yılı) Van'da okudum. O yıllarda da ramazan ayı, ders yılı içine rastlamıştı. Birçok arkadaşımla birlikte ben de oruç tutmuyordum. Ne bana ne de diğer oruç tutmayanlara yolda, sokakta sigara içerken, sakız çiğnerken uyarı yada tehdit geldiğini hatırlıyorum. Gerek Bitlis'te gerekse Van'da oruç tutmayanlar için 1-2 lokanta ve kahvehane mutlaka açık olurdu. Ama gelin görün ki Van Üniversitesi'nde, eski rektörlerden birinin döneminde, bir öğrencinin oruç tutmaması nedeniyle öldürüldüğünü, sanırım hiç kimse kolay kolay unutamamaktadır.

Yukarıda andığım tarihte, Van'da ezan sesi duyuran bir tek minare bile yoktu. Oysa Bitlis'te sayısı türkülere de geçen 5 minare vardı. Bu eksikliği Vanlı arkadaşlara hatırlattığımızda, ''Kavaklarımızdan birkaçının kalınlaşmasını bekliyoruz, onları minare yapacağız'' derlerdi.
Üç yıl önce Van'a gittiğimde, sayamadım ama Bitlis'tekilerin 2-3 katına yaklaşan sayıda minare oluştuğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Nereden nereye!.. Televizyonda Ankara'dan giden rektörleri ''yuhalayan'' ve çağdışılığı meziyet sayan başı takkeli, bilinçsiz güruhu görünce kahrolmamak mümkün değil. Bu olay bile Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın ve arkadaşlarının ne koşullar altında görev yaptığını çok açık bir biçimde
ortaya koymaktadır.

Enver Arpalı' nın ölümüyle oldukça trajik bir duruma giren tutukluluk olayının, başta Yücel Aşkın olmak üzere hiç kimsenin üzerinde sağlık yönünden olumsuz etki bırakmamasını diliyorum. Prof. Aşkın, ben ve binlerce ziraatçı gibi 1933'te Hitler' in zulmünden kaçıp Türkiye'nin hoşgörüsüne sığınan bilim adamlarının kurduğu Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün devamı, Ankara Ziraat Fakültesi'nden mezun olmuştur.


 SÖZÜMÜZ VAR!

Yazıma başladığımda 16 Kasım 2005, Çarşambaydı. Yani Van’a gelişimin altıncı yıldönümü. Biraz önce Rektörümüz Yücel Aşkın’ın yargılanmasına ilişkin Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame basında açıklandı. 1999 yılında bu tarih pazartesi gününe denk düşüyordu. Ankara’dan gelip tarifi güç bir heyecanla görevime başladığım o pazartesi aklımın ucundan bile geçmezdi tam altı yıl sonrasında böyle bir mektubu kaleme alacağım. Hep deriz ya yaşam! Ama o pazartesi yaşamın bu denli acımasız, bu denli insanın kanını donduracak, isyan ettirecek yüzünün de olabileceğini düşünemezdim hiç şüphesiz.

Ben rektörümüz Yücel Aşkın’ı 15 yıldan bu yana tanıyorum. Onunla ilk tanışmamız akademik ortamda olmadı. Kendisinin kurduğu ve başkanlığını yaptığı bir doğa sporları kulübünün üyesi olarak dağlarda gezerken tanıdım kendisini. Bu ortamda tanışmanın ne demek olduğunu ancak bu ortamı soluyanlar anlayabilir. Çıkarsız, art niyetsiz, paylaşımcı, sevgi yüklü, inançlı, heyecan dolu bir birlikteliktir doğa arkadaşlığı. Doğa tutkusu olanlar bir tuhaf insanlardır. Öylesine tuhaflıktır ki bu; rahatınızı, düzeninizi, hele bir de gerçek bir sanatsever iseniz büyük kentin size tanıdığı olanakları bile bir çırpıda iteleyip kalkar bir idealle, bir coşkuyla Türkiye’nin en doğusuna geliverirsiniz. Türkiye’nin en doğusundaki üniversitesine. Buna herkes kolayına cesaret edemez ama edeni de işte böyle yaparlar.

Sayın Aşkın, rektör olduktan kısa bir süre sonra Ankara’ya gelerek bana Van’da birlikte çalışmayı teklif etti. Oysa ben Ankara’da bir Üniversite değişikliği yapmıştım. Doğal olarak yeni mekanımda akademik anlamda yapmam gereken çok şey vardı. O gün bana Van’a ve Üniversitesine dair düşünden söz etti; bu düş, uzun zamandır kendi içinde yaşamını sürdürmeye bırakılmış olan bu Üniversitenin çağdaş bir yaşam dinamiği içinde Doğu Anadolu’ya ve hatta Türkiye’ye bilim, kültür ve sanat alanında öncülük edebilecek düzeye ulaşması üzerineydi. Çünkü Sayın Aşkın, bu yörenin zengin bir bilim ve kültür mirasına sahip olduğunun bilincindeydi herkesten fazla. ’’Orada da çok doğru insanlar var ve onlarla el ele vererek bunu başarmak zorundayız. Doğunun sana daha fazla gereksinimi var, akşama yanıtını bekliyorum’’ diyerek yanımdan ayrıldı. Ben akşama bile kalmadan kendisini aradım ve ‘’tamam hocam, geliyorum’’ dedim. Üstelik de bu yanıtı verirken ne Van’daki Üniversiteye dair yeterli bir bilgim vardı, ne nerede kalacağıma, ne de ne kadar maaş alacağıma dair. Ama bir tek şeyi çok iyi biliyordum; Yücel Aşkın’n doğru adına başarma hırsını, hiç pes etmeyen mücadeleci ruhunu, herkesin kolayına sahip olamayacağı yüksek öngörüsünü, insanı insan yapan aklı kullanma gücünü ama en önemlisi yurdunun her köşesine olan sevdasını ve Atatürk devrimlerine bağlılığını. Çevresine öyle bir inanç yüklerdi ki en olmazı bile oldurabileceğinizi hissederdiniz.

İşte bu inançla başladım Van’daki yaşantıma 1999 Kasımı’nda. Ama altı yıl sonra aynı gün basından öğrendiğimize göre Rektörümüzün ilgili iddianamede 2000 yılın üzerinde hapsi isteniyor. Dahası Üniversitemizin akademik ve idari dokuz üyesi için de sanık olarak yargılanma kararı çıkmış. Kim bunlar? Ayşe Yüksel Hocam; kendisini yurduna, yurdunun yarınları olan gençlerine adamış idealist ve yürekli bir Cumhuriyet kadını. Hasan Ceylan Hocam; Üniversite’nin kuruluşundan beri zor koşullarda karşılık beklemeden hizmet vermiş, en önemli özelliklerinin başında hiç şüphesiz ki dürüstlüğü gelen gerçek bir öğretmen. Bir diğeri, çağdaş ve laik çizgiden asla ödün vermeyen, gözü pek Fırat Cengiz. Bir başkası, kurallara son derece uyumlu çalışması ile tanınan genç bir profesör, Işık Tepe. Yani Üniversitemizin rektör yardımcıları, dekanı ve genel sekreteri. Sonrası da var; kendilerini düşündüğümde ruhlarının aydınlığı ve güzelliği ile hep içimi titreten bir çift, Şükran-Salih Yurtkuran ile çalışma arkadaşları Bülent Şahin ve Saffet Kara. Onlar da Üniversitemizin idari kadrodaki en çalışkan ve özverili bireyleri. Bu dokuz sanık içerisinde bir de Enver Arpalı vardı, genel sekreter yardımcımız. Sayın Arpalı’yı iyi de tanırdım. Onun ne denli duyarlı, ne denli ince eleyip sık dokuyan, ne denli dürüst, ne denli onurlu olduğunu da çok iyi bilirdim. Ama artık o sanık olarak yargılanamayacak.

Altı yıl önce Van’a gelirken işimizin çok kolay olmadığını biliyordum ama bu kadarını asla. Yazımı tamamlarken tarih, 24 Kasım oldu. Yani Öğretmenler Günü. Bu gün tarif edilemez bir acı içerisinde yüreğim sızlıyor; üniversitem adına, öğrencilerim adına, ülkemin yarınları adına. Ancak bir şeyden çok eminim; yaşamını bu ülkeye hizmet için ortaya koyabilecek yurtseverler hep varolacaktır; her ne pahasına olursa olsun.

Yazımı sevgili öğrencilerime seslenerek bitirmek istiyorum. Bizler, aynı ilke doğrultusunda yürüyenler, hiç şüpheniz olmasın sizler için, yarınlarımız için yolumuza duraklamadan devam edeceğiz. Bunun için Mustafa Kemal Atatürk’e sözümüz var!

Prof. Dr. Zühre ŞENTÜRK

Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı

 


 Sevgili Hocam,

Bugünlerde en büyük derdim yanınızda olamamak. Biliyorum ki bizlerin ilişkisi fiziksel anlamda yan yana olmakla sınırlı ve anlamlı değil. Aynı değerleri paylaşmak, yaşamı bunların çerçevesinde oluşturmayı temel ilke olarak benimsemek, ona göre davranmak ve bunun yarattığı gönül yolculuğunu bir arada yürütüyor olmak ilişkimizin asıl boyutlarını oluşturuyor. Ama şu anlarda oralarda olamamak canımı çok sıkıyor.

Sizin (ve tabii ki Oya Abla'nın) bana öğrettiklerinin ve yaşamıma kattıklarının değeri, bitirdiğim Üniversite kadar güçlü ve önemli benim için. Bu anlamda attığım hemen her adımda size duyduğum vefa borcunun izini içimde taşırım. Bunlar benim kendimde sizle ilgili olarak duyduğum hislerim ve algılamalarım.

Ama sizin benim gözümdeki asıl değeriniz, bana kattıklarınızdan kaynaklanmıyor. Siz, bu ülkenin geleceğinin de değerli ve önemli olması yönünde kattıklarınız için benim için bir meşalesiniz. Bunu, bir başkası 13 Kasım 1918'de yüreklerimizde yakmıştı. O gün, "geldikleri gibi giderler" derken, bunu size güvenerek söylüyordu. İçinizdeki, düşüncenizdeki aydınlığınız ve yaptıklarınızın bu vatana kattıkları, bugün başınıza gelenlerin tek açıklamasıdır. Bu düşüncemi ve algılamamı başınıza gelecek hiç bir şey, alınacak hiç bir karar bundan sonra da değiştirmeyecek. Sizin gözlerinizdeki ve heyecanınızdaki aydınlığı yakından fark etme lezzetine varmış biri olarak, içinde ne yazık ki bulunduğunuz durumun ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bir eğitimimde sizin bu yaptıklarınızdan söz ederken bir katılımcı arkadaşımın söylediği gibi; "size yapılanlar, sadece önümüzün daha çok aydınlanması ile son bulacak"tır. Bu mücadeleyi biz kazanacağız.

Bir ülke her şeye rağmen ayakta kalmaz. Koca imparatorlukların çöktüğüne şahit olan tarih, ülkelerin yok olmaları konusunda da birçok örnekle dolu. Ayakta kalan ülkeler ise tesadüfler ya da önceden belirlenmiş kaderleri nedeniyle değil, içinde yaşayanların onu ayakta tutma mücadeleleri ile var olurlar. Siz, bu ülkeyi ayakta tutan, belli değerlerin karanlığa ve yobazlığa yenik düşmeden sonsuza kadar yaşamasında ölçülemeyecek katkıları olan son derece değerli birisiniz. Bu ülke ayakta duruyorsa sizin gibi insanlar sayesinde duruyor.  

Öğrettiklerinizin ve yaptıklarınızın keyfini ve doyumsuzluğunu birlikte daha da çok yaşayacağımızı bilmenin büyük hazzı ile sizi saygı ile selamlıyorum. Bugününüz, sizin yaptıklarınız ve size yapılanlar bizler gibilerin yarınlarına rehber olacaktır. Hiç merak etmeyin, aydınlığı biz var edeceğiz. Size, buralardan, Vatanınızın bir başka noktasından şimdilik sadece güç ve sağlık gönderebiliyorum. Ve sizi çok seviyorum. Bir oğulun babasına duyduğu sevginin aynısıdır bu sevgim.

Sizden bencilce bir isteğim var; lütfen bizler için, bu vatan için, elleriniz ve yüreğinizle ürettiğiniz Üniversite'niz için biraz daha sabredin. Karar ne olursa olsun, alnı aydınlık olan hep siz olacaksınız. Lütfen sağlığınıza da, yobazlığa direndiğiniz kadar direnin.

Nurdoğan Arkış


Yıllar önce, yine sizin önderliğinizde bir doğu anadolu gezisi; Bir grup insan, yurdu daha iyi tanımak, insanın insana sevgi ve saygısını pekiştirmek ve paylaşma isteği ile yollara düşmüştük. 

Van’ın doğusundan geçip Süphan’a vardık. Başımız dönmüş, dağın görkemine dalıp, yol boyu bize aktardığınız, yörenin estetik, coğrafi, sosyal, felsefi ve arkeolojik bilgilerini sindirmeye çalışıyorduk. Sonra tırmanış başladı. Siz, Necmettin abi ve ben, elimizde olmayan nedenlerden zirveye 200 metre mesafede dönmek zorunda kaldık. Bugün gibi hatırlıyorum. Siz, zirveyi zorlayan Oya hanımı yüreklendirmiş, onun zirve sevincini sevgi ve mutlulukla paylaşmıştınız. 

Bugün! O dağın çok yakınında ve sizin yıllardır yaşamakta olduğunuz o şehirde (Van), içinizdeki aydınlatma, eğitme, paylaşma arzusu ile güzelden, ahlaktan, erdemden ve daha nicelerinden yana olan duruşunuzu, ora insanı ile çoğaltmak adına uğraşmakta iken, aynı şehrin bir hastane odasında yeni bir zirve denemektesiniz.

Son aylarda yaşamakta olduğunuz, insanın iliklerini donduran, isyan ettiren, hak etmediğinize içtenlikle inandığımız, kurgulanmış bir cenderenin kolları ile savaşmaktasınız.

Murathan Mungan’ın bir dizesinin bana verdiği esinle söylersem; Kalbiniz, Oya hanımın elleri ve yüreğinin desteği, binlerce dostunuzun sevgisi ile kötüyü, batılı, çürümüşlüğü, kalitesizliği, eğitimsizliği temize çekmektesiniz. Lütfen ayağa kalkın. 

Yoksa bir daha, Süphan’ın, Ağrı’nın, Baba Dağının, bir ören yerinin ve çok sevdiğim papatyanın gözlerine bakamam. 

Bütün bu çürümüşlükleri yaratanlar, kendilerini erk sahibi sananlar, yönetenler bir gün vakit geldiğinde, gök yüzündeki bulutlara, Erciyes’in karına, yerdeki karıncaya nasıl hesap verirler bilmiyorum. 

Sevgili Yücel ve Oya, bizler sizi sevgi ile tanıdık, çok sevdik.

Kamile Bazman

Ankara 15 Kasım 2005

 


Milliyet Gazetesi yazarı Melih Aşık'ın "Van'da adalet" başlıklı yazısı hüzün veriyor insana. Melih Aşık'ın, Tıp Kurumu'nun Van'da iki gündür soluduğu havayı sanki oradaymış gibi bu denli çarpıcı biçimde dile getirmesi, usta yazarlığının kanıtı... 

Mustafa Kemal'in aydınlığını Van'da ete kemiğe büründüren Rektör Yücel Aşkın'ın sağlığının bozuk olduğunu, muayene ve tetkikleri bir yana bırakın yüzüne baktığınızda bile anlıyorsunuz. Rektörün yaşamını tehdit eden ciddi rahatsızlıkları solgun yüzünden, bir deri bir kemik bedeninden okunuyor açık seçik. Bunu anlamayan hekimin hekimliğinden kuşku duyulur. 

Hal böyleyken, hızını alamayan Van Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeleri "Rektör Yücel Aşkın sapasağlamdır, onu hasta gibi gösteren Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesinin Başhekimi hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz" diyebiliyor. Bu da yetmiyor, aynı odanın başkanı, Yücel Aşkın Davasının bilirkişisi oluyor.  

Yalnızca tıp değil hukuk da ağır yara alıyor, sözün anlamı kalmıyor.

Dr. Mehmet Altınok

Tıp Kurumu Başkanı

 

Dr. Ali Rıza Üçer

Tıp Kurumu Genel Sekreteri  


 

 

Prof. Dr. Yücel Aşkın benim hocamdı..
Susam Dündar IŞIK

(28.11.2005)
Üniversite eğitimimde bana çok emeği geçen ve mastır çalışmamda danışma hocam olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü, çok saygı değer, sevgili hocam Prof. Dr.
Yücel Aşkın`ın masum olduğuna bütün kalbimle inanıyorum..

Ben 1995 yılında mastırımı Yücel Bey`in yanında bitirdiğimde,kader onun yolunu Van`a, benim yolumu da Berlin`e çevirmişti. Hayatımda çok önemli yeri olan, bu değerli aydın ve saygın insana, günlerdir yaşamış olduğu şu zor günlerinde yardım edememenin acısıyla kıvranıyorum. Biz dışarıda olanlar, ondan daha çaresiziz galiba.

Minnetarım ona Doktoraya başlayabilmem için Humboldt Üniversitesi`nde Almanca sözlü dil sınavını geçmem gerekiyordu. Sınav komisyonu benden çevre sorunlarının sınır tanımaması cümlesini onlarla tartışmamı istemişlerdi. Yücel Bey`den çevre ekolojisi dersi aldığım zaman, bana bir liste uzatarak Susam, buradan en az üç kitap seç, okuduktan sonra bunları birlikte tartışacağız demişti. Üniversitede en çok keyif alarak, dolu dolu öğrenerek geçmiş olduğum bu dersle, bir yandan çevre sorunları üzerine bilgim ve hassasiyetimle sınav jürisini büyülerken, diğer yandan da Berlin`de Almanca dil sınavını başarmış, doktora rüyamın da gerçekleşmesi için kapıları aralamış oldum. Sonra ben de onlara, içimde Yücel Bey`e büyük bir minnettarlık duyarak, bu bilgilere harika bir danışman profesör aracılığı ile ulaştığımı anlatım.

Samimi ilişkilerimiz vardı 2000 yılının Şubat ayında, 100. Yıl Üniversitesi`nde asistan olarak çalışabilmek için sınava gitmiştim. Sayın Rektör Yücel Aşkın, eşi Oya Hanım`la

birlikte beni evlerine çaya davet etmişlerdi. Büyük bir özenle yıllardır biriktirmiş olduğu tarihi eserleri bana gösterdi. Sonra o zaman oturmuş oldukları ve kendisinden önceki
rektörün yaptırmış olduğu konutu gezdirirken, gözüme kocaman siyah bir masa ilişti. Bu ne işe yarıyor hocam diye sorduğumda eski rektör döneminde, bu masada konken
oynanırmış, bu arada ben bu evi müze haline getirip, burada gördüğün tarihi eserlerin hepsini üniversiteye bırakmak istiyorum dedi. Aranızdaki fark hocam, umarım Van sizi anlar dedim. 8 Temmuz 2005`de Garanti Günleri`nin yapmış olduğu Anadolu Sohbetleri adlı toplantıda, AB ile ilgili konuşmacı olarak Van`a davet edilmiştim. Hocam ve eşi de Azerbaycan`da oldukları için görüşemedik, ama hocamın rektörlük konutunu müze haline getirmiş olduğunu duydum. İnanılmaz değil mi?

Çok emeği geçti
Rektörlük konutunu; bütün ömrü boyunca çok büyük emek ve çabayla oluşturduğu tarihi eserleriyle, dış kapıdan, tavana kadar zengin bir müze haline getirmişti. Üniversiteye gelen her konuğa övünçle gezdirdiği, kayıtlı bir müze. Hocamın 10 yılda üniversitede ulaştığı tablo ise şöyle: Çoğunluğu nitelikli elemanlardan oluşan öğretim elamanları, yemyeşil parklar, lojmanlar, yürüyüş ve koşu parkurları, Van Gölü`nde araştırma tekneleri, yepyeni eğitim öğretim binalarıyla, Türkiye`nin öteki ucunda bir Güzel Sanatlar Fakültesi, pırıl pırıl sosyal tesisler, uluslararası sanat ve heykel sempozyumları ile kazandırılan uluslararası eserler, heykellerle donatılan bir üniversite.
Yücel Bey`i seven ve suçsuz olduğuna yürekten inanan diğer insanlar gibi, hukukun üstünlüğüne olan sarsılmaz inancımla adaletin yerine bir an önce gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum.

Dr. Susam Dündar-Işık


 

Sayin Askin:

Basiniza gelenleri basindan izledim. Sizi tanimiyorum, ne sizin hakkinizda ne de isiniz dolayisiyla yaptiklariniz hakkinda birsey biliyorum, ona ragmen size yapilanlari hakkettiginize hic bir zaman inanmadim. Size eziyet yapmaya basladiklarindan beri hergun ilk isim Internet ile ulasabildigim basinda sizinle ilgili olarak cikan her haberi ve her yaziyi okumak oldu. Size yapilanlar bir cesit kolektif-ritual-linc gosterisine donusturuldu ve cogunluk sadece seyretmeyi tercih etti. Secimle is basina gelenlerin nasil kana susamis insanlik dusmani canavarlar haline gelebileceklerini hep birlikte gorduk, toplumumuz bundan ders almalidir. Ama amaclarina ulasamadilar, size reva gordukleri iskenceler ters tepti ve tepecek ve sizi kahraman yapip bir sembol haline getirmekten baska hicbir ise yaramayacak. Linc seyretmekten zevk alanlar bu utanci surekli boyunlarinda tasiyacaklar. Umarim bunlari yapanlar bir gun hesap verirler (zarar artik yapilmis olsa da). Cok gecmis olsun, eminim milyo nlarca kisi ozgurlugunuze kavusmaniza en az sizin kadar sevindi. Dilerim ki kisa zamanda kendinizi toparlarsiniz. Basarilar dilerim.

Saygilarimla

Dr. Edip Akpinar    Bethesda-MD


Değerli Beyazkurdele dostlarım,

14 Aralık 2005 Vandaki toplantımızın sonucu ortaya çıkan beyaz kurdele grubu yoksa yeni bir etkinliğe mi hazırlanıyor? Çünkü yeni gelişen olaylar sanki bizleri bu işin içine de itekliyor. Biliyorsunuz TBMM araştırma komisyonu OndokuzMayıs Üniversitesi Rektörü Sayın Ferit Bernay'ı da Sayın Yücel Aşkın'ınkine benzer şekilde cezalandırma çabası içerisine girmiştir. Ne yazıktır ki başımızda bulunan Mehmet Ali Ağca ile dahi baş edememiş hükümet Cumhuriyeti savunan rektörlerimizi tüketmek istemektedir. Şimdiye değin ne ülkemizde nede başka ülkelerde üniversiteler üzerine kurulan oyunlar hükümetlere -basit deyimle- puan kazandırmıştır. Yücel Aşkın Hoca olayının bize iyi bir deneyim kazandırdığını, aynı desteği Ferit Bernay Hocaya hemde katlanarak - sıra başka yerlere gelmeden-vermeye hazır olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Saygılarımla,


Prof. Dr. Muzaffer Tunçel
Anadolu Üniversitesi


 

 

BASINDA YÜCEL AŞKIN

REKTÖRE “KELEPÇE”

Ben ziraat profesörüyüm. Liseden sınıf arkadaşım olan ve Ankara’da uzun dönem savcılık yapıp ardından da “Yargıtay üyeliği” görevine gelen; ancak erken ölümü nedeniyle yokluğuna hiçbir şekilde alışamadığım bir sevgili dostum, kendisini her ziyaret edişimde, ayağa kalkar ve önünü ilikleyerek beni karşılardı. Aramızda eski yakınlık ve ilişkiden dolayı, “Oğlum, niye her defasında bana böyle davranıyorsun?” dediğimde, “Ben seni gördüğüm zaman fakültedeki hocalarımı hatırlıyorum da ondan” diye yanıtlardı. Umarım bu hakim ve savcılar da, Ankara sıkıyönetim mahkemelerinde Sayın Mümtaz Soysal hocayı yargılayanlar gibi tarihe geçerler!..                                                                                                         

CUMHURİYET GAZETESİ

26.10.2005

Tümer URAZ


YYü Genel Sekreter Yardımcısı iken tutuklanan ve cezaevinde intihar eden Enver Arpalı'nın avukatlığını üstlenen sayın Turgut Kazan'ın davaya ilişkin görüşleri, davanın arka perdesini aydınlatmak açısından son derece önemli. Bilginize... 

Haberin adresi: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=174005

 

Rektörün davası bin yıl sürer!..

  Dava yolsuzluk için açılsaydı ilk celsede biterdi. 418 mağdur ve 141 tanıklı bitmeyecek bir dava yaratıldı. Yolsuzluk ve fişleme aynı dava yapıldı

  AB niye sessiz? O da rektörden memnun değilmiş. Bunu hükümete yansıtmış. Rektör, AB projelerinin direksiyonunda olmak istemiş

  Adalet Bakanlığı'na, savcılara dava açıyoruz. Arpalı cezaevinin imamına da intiharı sormuş. Bunu bilmek zorundalar. Ölümden onlar sorumlu

 26/12/2005

NEŞE DÜZEL
NEDEN? Turgut Kazan

Hukuk, herhalde açıkça anlaşılır bir şey olmalıdır. Teknik detaylarını, işleyiş biçimini, anlamasak da, mantığını anlamamız gerekir. Kim neden suçlanıyor? Suçun kanıtı ne? Kişi neden tutuklandı? Tutuklamanın sebepleri neler? Bu gibi soruların cevaplarının belirsiz olmaması gerekir. Fakat bu temel kural, Türkiye'de sık sık arızalanıyor. İnsanlar uzun zaman tutuklu kalabiliyor. Neyle suçlandıkları da tam anlaşılamıyor. Bu karışıklığın, son zamanlarda en fazla soru işareti uyandırıcı örneği Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'ın tutuklanıp yargılanması oldu. Rektör niye tutuklandı? Asıl suçu ne? Tutuklanmasının arkasında siyasi nedenler mi var? Van'daki dengeler ne? Rektörü suçlayan yargı dışı güçler bulunuyor mu? İşte bu konular kamu vicdanında tartışılıyor. Hatta bu tartışmalar son olarak, büyük işadamlarının örgütü TÜSİAD'la Başbakan arasında da gerginlik yaratacak boyutlara ulaştı. Biz de bu konunun ayrıntılarını, Rektör'le birlikte tutukluyken cezaevinde intihar eden üniversitenin genel sekreter yardımcısı Enver Arpalı'nın avukatı Turgut Kazan'la konuştuk. Turgut Kazan, sekiz yıl İstanbul Barosu'nun başkanlığını yapmıştı.

Ülkemizde hukuk zaten karmaşıktı ama son zamanlarda iyice karmakarışık oldu. Neyin hangi yasaya, hangi kurala göre yapıldığı anlaşılamaz hale geldi. Ya da biz anlayamıyoruz. Van Yüzüncü Yıl rektörü niye tutuklandı? Tutuksuz yargılanamaz mıydı?

Tutuklamayı duyduğumda ben hukukçu olarak dehşete kapıldım. O zaman kamuoyuna yansıyan neydi? Bir tıbbi cihaz ihalesine fesat karıştırılması ve yolsuzluk iddiasıydı. Tutuklama bununla ilgili oldu. Bu tutuklama, AB standartlarına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tutuklama düzenlemelerine aykırıdır. Bu tutuklama bizim yasalarımıza da aykırıdır. Rektör kaçmasından kuşku duyulacak biri değil. Kendisi Azerbaycan'dayken süreci başlatmışsınız ve o kalkmış Azerbaycan'dan kendisi gelmiş.

Niye bütün Türkiye'ye bir rektörün polislerin kolunda sürüklendiği gösterildi? Tutuklanış biçimi yasalara ve teamüllere uygun mu?

Değil. Ben bundan acı duydum. Bu suçtan, bugünkü siyasal iktidarın en önemli kişileri soruşturmaya uğradı, yargılandı ama hiçbiri tutuklanmadı. Ayrıca bugün de Anayasa Mahkemesi'nde yolsuzluk suçlamasıyla önemli kişiler yargılanıyor. Onların da tutuklanması hiç düşünülmedi. Şimdi eğer bir rektör bir yolsuzluk suçlamasından, bu ülkede başka örneklerde görülmemiş bir biçimde tutuklanıyorsa, Türkiye'de artık kimsenin güvenliği kalmamış demektir. Böyle bir durumda tutuklamayı tartışmak toplumun hakkıdır ve hukukçunun da görevidir.

Rektör ihalede yolsuzluk yapmakla suçlanıyor. Bununla ilgili ciddi kanıtlar var mı dosyada?

Hayır yok. Zaten tıbbi cihazların ihalesinin parasını ödeyen Hazine de 'Biz zarara uğradık' diyerek davaya müdahil olmadı. Bu çok önemli. Davada zarara uğratıldığı söylenen Hazine davaya müdahil değil. Ayrıca dosyada zararla ilgili bir şey de telaffuz edilmiyor. Bir belge, bulgu yok bu konuda. Oysa sağlandığı iddia edilen çıkarın miktarının ortaya konması, delillerinin gösterilmesi gerekir. Ama bu davada başka müdahiller ve mağdurlar var. Böyle bir dava yaratıldı işte.

Rektör, üniversitede insanları fişlediği iddiasıyla da suçlanıyor. Bu, ayrı bir dava konusu değil mi?

Adalet Bakanı 'Ben bir savcıya, hâkime telefon etmişsem ispat etsinler' diyor ya... Bakan baskı yapmak için telefon etti diyen yok. Ben size olayı baştan anlatayım. Rektör Yücel Aşkın'la ilgili dava süreci olağan savcılıkta değil de, özel yetkili bir savcılık ve yargılama biriminde başladı. Biliyorsunuz DGM'ler kaldırıldı ve onun yerine uluslararası anlaşmalara dayalı bir düzenlemeyle mafya ve terör suçlarına bakan özel yetkili bir birim oluşturuldu. Aşkın'ın davasının savcılığı da böyle özel bir birim işte. Bu savcılık, fişleme suçunun kendi görev alanı içinde olmadığını görmüş ve 2 Eylül tarihinde fişlemeyle ilgili görevsizlik kararı vermiş. Dosyayı normal savcılığa göndermiş. Normal savcılık da, yasa uyarınca dosyayı YÖK'e yollamış. Peki sonra ne olmuş da, o özel yetkili savcılığın 'benim görev alanıma girmez' dediği işler tekrar onun görev alanına girmiş? Bu nasıl olmuş, açıklansın.

Ama bunun bir açıklaması olmaz, olamaz. Neşe hanım, bu dava bitmez.

Niye?

Türkiye'de ilk kez bir dava 418 mağdurla açılıyor. 418 mağdur duruşmaya gelecek. 141 tanık dinlenecek. Türkiye tarihinde böyle bir dava görülmedi. Bu dava bitmeyecek, rektör de kolay kolay aklanamayacak. Bin yıl sürer bu dava. 418 mağdur ve 141 tanık var. Fişlenmiş öğretim üyeleri bunlar. Mesela birini anlatayım size. 'Bize Yunus Emre'yi anlatması için, rektör üniversiteye İlhan Başgöz'ü getirdi. Başgöz, bize Yunus Emre'nin cinsel hayatından bahsetti. Ama biz rektörün öyle bir baskısı altındayız ki, hiçbir şey yapamadık' diyor. Bunları söyleyen bir öğretim üyesi. Yunus Emre'nin anlatılmasını bir baskı olarak algılıyor. Altan Öymen, İlhan Başgöz'ün buna isyan ettiğini ve üniversitedeki konuşmasında cinsellikle ilgili şeyler söylemediğini yazdı. Söylese ne olacak, söylemese ne olacak? İlhan Başgöz, Yunus Emre'yi anlatırken onun cinsel hayatından bahsetti diye bir rektör mafya ve terör suçlarıyla ilgili bir birimde suçlanır mı? Şimdi siz böyle bir dava açarsanız ve 418 kişiyi bu şekilde dinlerseniz bu dava hiç biter mi? Hukuk devletinde ve bizim Anayasamızda insanların makul süre içinde yargılanma hakkı vardır. Bu davada bu hak baştan ihlal ediliyor. Zaten asıl soru şu.

Nedir?

O savcılık fişleme davasından elini çekmişken, nasıl gene aynı işe el koydu? Ben kırk yıllık avukatım, hiç böyle 418 mağdurlu bir dava görmedim. Biz sıkıyönetimlerde çok sanıklı davalar gördük ama ilk kez çok mağdurlu dava görüyoruz. Eğer bu dava sadece yolsuzluk için açılsaydı, ilk celsede biterdi. İnsanlar da rektör hırsız mı, değil mi görürdü. Ama göremeyecekler. Çünkü yolsuzluk ve fişleme şimdi aynı dava oldu. Böylece bitmeyecek bir dava yaratıldı. Ben intihar eden Enver Arpalı'nın eşi ve çocuklarının avukatıyım. Arpalı, rektörü ezmek isteyen bu modelde kurban oldu. Rektör aleyhine bir şeyler söyler diye düşünülmüş. 'Söyle, sana yardımcı olalım' diye bu yol çok denenmiş. Arpalı ailesinin şerefine sürülen lekeyi taşıyamayacağını ifade etmiş ve canına kıymış. Biliyorsunuz, Arpalı, Yücel Aşkın'dan önceki iki rektör zamanında da genel sekreter yardımcısıydı. Zaten suçlanan ihale de Aşkın'dan önceki gerici diye bilinen rektör zamanında açılmış.

Fişlemeye dönersek... İnsanları fişlemek ciddi bir suç ve fişlenmiş olmak da ciddi bir mağduriyet. İnsanlar iddia edildiği gibi fişlendilerse, davada mağdur sayısı çok olmasın diye, mağduriyetlerinden vazgeçmeleri beklenebilir mi?

Ben bu olaydaki fişlemenin ne olduğunun hukuksal tartışmasına girmiyorum. Ama anlaşılan bunlar, ülkenin istihbarat birimlerinden rektörlüğe gelmiş ve klasöre konmuş. Fişlemenin 'suç' kabul edilmesi iyi bir düzenlemedir ama o notlar arasında 'PKK eğilimli, solcu' diye rektörün kendisinin de ismi var. Biliyorsunuz, fişleme 1 Haziran'da yürürlüğe giren yeni TCK'da suç olarak yer aldı. Aşkın'la ilgili soruşturmanın başladığı tarihte ise 'fişleme, özel hayatın bir birim tarafından ihlal edilmesi suçu' yoktu.

Savcı, rektörün serbest bırakılmasını istedi ama mahkeme bu isteği reddetti. Bu sık rastlanır bir durum mudur? Sanığı suçlayan savcı bile bırakılmasını isterken mahkeme sanığı ısrarla tutar mı?

Çok sık rastlanan bir şey değil. Mesela Yücel Aşkın tarihi eser kaçakçılığından beraat etti. Savcı beraat istedi ve Aşkın ilk oturumda beraat etti. Ama savcılık bu karara itiraz etti. Şimdi o dava Yargıtay'a gitti.

Rektörün ciddi sağlık sorunları var. Buna rağmen hapishanede tutulmasına ne diyorsunuz?

Bence tutuklama zaten hukuka aykırı. Sağlık sorunu da tabii düşünülmeli. İşte Enver Arpalı öldü. Arpalı'nın ölümünden hem devlet, hem de onu korumakla görevli olan savcılık sorumludur. Çünkü kayıtlardan ve tahliye isteyen dilekçelerinden, Arpalı'nın ruhsal durumunun çok kötü olduğunu anlıyoruz. Mesela cezaevi kendisine bir imam gönderiyor. Arpalı iple intihar etmenin günah olup olmadığını imama soruyor. Cezaevi yönetimi ve savcısı bunu bilmek zorundadır ve sorumludur. Arpalı, intiharı bir süredir soruyormuş zaten. Arpalı'nın tutukluluğunu sürdürürken tedbir almak zorundasınız. Biz ocak başında hizmet kusurunda bulunduğu için Adalet Bakanlığı'na dava açacağız. Ayrıca soruşturmayı yürüten, cezaevini yöneten savcılara da bir insanı adeta intihara sürüklemiş olmalarından ötürü, kişisel kusurları nedeniyle dava açacağız. Bu olayda ölüme seyirci kalındı, hatta ölüme bir çeşit yol açıldı.

Rektör tutuklandıktan sonra Zaman gazetesinde bir haber yayımlandı. Rektörün tutuklanmasını jandarmanın istediği ileri sürüldü. Jandarma, bir rektörün tutuklanmasını isteyebilir mi?

Hukuk sisteminin işleyişinde isteyemez. Ama derin devletin işleyişinde... Ben bu olayda rektöre karşı bir hareketin olduğunu düşünüyorum. Bu hareketin, eğer bir 'derin devlet' varsa, bu derin devletin bir kesiminden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. Bunlar tahminlerim. Üniversitenin bulunduğu yer Kürt kökenli insanlardan oluşan bir coğrafya. Öğrenciler de tabii ki o coğrafyadan olacak. Üniversite içinde olabildiğince demokratik bir yaklaşımın, acaba PKK eğilimlileri koruyorlar mı gibi bir kaygıya ve saptamaya yol açmış olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca tarikatların at koşturduğu bir bölge burası. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin Said-i Nursi'nin vasiyetinin medresesi olduğunu söyleyen bir kesim var. Milli Eğitim Bakanı Çelik de oranın önemli bir politikacısı. İlhan Başgöz'ü Yunus'un cinsel hayatına değindi diye şikâyet eden bir yapı var. Bu yapı üniversite yönetimini bertaraf etmek istiyor. Hem derin devletin bir kesiminin kaygıları, hem AB'nin bu adam olmasa diyen bakışı açısı, siyasal iktidara destek olmuş olabilir. Bunlar tahminler. AB bu davaya niye duyarsız?

AB, bunu bir yolsuzluk davası olarak değerlendirdiğini söyledi. Sizce niye duyarsız?

Biz Türkiye'de tutuklamayı tartışıyoruz. Suçlamayı tartışın denmiyor ki onlara. AB'nin Van Üniversitesi'nin yönetiminden memnun olmadığını ve bunu da siyasal iktidara yansıttığı söyleniyor. Çatışmanın nedeni de AB projeleri ve fonları. AB, projelerin ve fonların yönetiminde direksiyonda olmak istiyormuş. Üniversite yönetimi ise direksiyonda kendisinin de olmasında ısrar ediyormuş. Anladığım kadarıyla Aşkın'ın ulusalcı yaklaşımı ağır basıyor. Bu çatışmada AB'nin eski ve bugünkü temsilcileri Kreschtmer ve Karen Fogg da yer almış.

Rektör Aşkın'la ilgili ilk suçlayıcı haberler Aydınlık dergisinde yayımlandı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin misyonerlerin alanı olduğu iddia edildi. Ne diyorsunuz?

Bunların gerçekle ilgisi yok. Aşkın ve ekibi kilise açmakla, misyonerlik yapmakla suçlandılar. Daha çok Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Van'daki temsilcisi Rektör Yardımcısı Ayşe Yüksel böyle suçlandı. Şimdi başka şeylerin sanığı ama savcılık soruşturmasında ona sadece bunu sormuşlar. Aşkın'a da savcılıkta hiç yolsuzluk sormamışlar. Fişleme sormuşlar.

Peki, bağımsız olduğu sık sık vurgulanan yargı, jandarmanın isteğiyle rektör tutuklar mı?

Bağımsız değilse her şey olabilir. Başbakan, Anayasa'nın 138'inci maddesini hatırlatıyor. Bu madde 'Yargı bağımsızdır' diyor. Anayasa'da yargı bağımsızdır yazınca, yargı bağımsız olur mu? 12 Mart, 12 Eylül rejimi de aynı şeyi söylüyordu. Ama o bağımsızlığın ne olduğunu yaşadık biz. Hafif olacak ama bunu benim külahıma anlatsınlar. Yargının bağımsız olmadığını her gün herkes anlatıyor zaten. Üstelik muhalefetteyken siz değil miydiniz yargı siyasallaştı diyen. Zaten her iktidar böyle yapıyor. İktidara gelince, boş ver ya yargı benim elimde olsun diyor. Biz Anayasa'nın bir sürü maddesini değiştirdik ama yargı bağımsızlığıyla ilgili 12 Eylül rejiminin düzenlemesi aynen sürüyor. Bağımsızlık falan hiç söz konusu değil. Bunu, birçok Yargıtay başkanı da söyledi zaten.

Bu davada Adalet Bakanı'nın ve bakanlığının tutumu ne oldu?

Kötü oldu. Adalet Bakanı'nın, 'Bir insan kafasına koymuşsa intihar eder' diye Arpalı'nın intiharıyla ilgili yaptığı açıklama insanca değerlere aykırıdır. Sadece üzüntüsünü belirtmesi gerekirdi. Ama öyle taraf olunmuş ki, açıklama yapmak gereğini duyuyor. Başbakan, TÜSİAD'a 'Van ve Orhan Pamuk konusunda suç işledin' diyor. Asıl 138'inci madde, kamu gücünü elinde tutanları yani kendisini, Meclisi ve hükümeti yargıya talimat veremezsin diye yasaklıyor. Suç işledi diyerek sen, savcılara soruşturma açın talimatı vermiş oluyorsun. Bir de tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili Van'da savcı basın açıklaması yaptı. Bu, hukuka aykırıydı ve işlenen bu suçla ilgili hiçbir şey yapılmadı. O savcı bütün haşmetiyle görevine devam ediyor. Aynı savcı Yücel Aşkın'ın tarihi eser kaçakçılığından beraat kararını da temyiz etti şimdi. Bir de yolsuzluk ve fişlemede soruşturma boyunca gizlilik kararı alındı. Avukatlar hiçbir dosyaya yanaşamadı. Bu tutukluda kâbus duygusu yarattı. Avukatlar hiçbir şey öğrenemezken, soruşturmayla ilgili çarpıcı ne varsa üç gazetede üç gün yayımlandı. İnsanların suçlu sayılması için ne mümkünse yapıldı ve bu savcılık hakkında hiçbir soruşturma açılmadı.

Fikir özgürlüğü isteyen TÜSİAD'ın açıklamaları yargıya müdahale sayılır mı peki?

Hayır. Hukuka aykırı şeyleri tartışmak zorundayız. Tartışmadan güvenli geleceğe ulaşamayız. Bağımsız olmayan bir yargının siyasal iktidarca kullanılışına teslim oluruz. Başbakan yargıya müdahale suçu işliyorsunuz diyecek ve aleyhimize dava açılacak diye hukuksuzluklara seyirci kalamayız. Başbakan, 'TÜSİAD kendi işine baksın' diyor. Ne demek işine baksın? Bu, Türkiye'de hukuk devletinin kurulması işidir. Bu bizim, hepimizin işidir...


'Bilirkişi' Sedef Er tayin istedi
A.A.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın ile ilgili soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “bilirkişi” olarak atanan YYÜ Bilgi İşlem Daire Başkanı Sedef Er'in tayinini İzmir'e almak için Sağlık Bakanlığı'na müracaat ettiği bildirildi.

Rektörü Aşkın'ın tutuklu olarak yargılanmasına neden olan Tıp Fakültesi'ndeki 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımına ilişkin belgeleri Cumhuriyet Başsavcılığı'nı bildiren kişinin Sedef Er olduğu iddia edildi. 

Sedef Er'in geçmiş dönemlerde Rektörlük Mali ve İdari İşler Daire Başkanı olduğu, daha sonra Rektör Aşkın tarafından Bilgi İşlem Daire Başkanlığı'na alındığı öğrenildi. Sedef Er'in Aşkın hakkında başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ”bilirkişi” olarak atandığı bildirildi.

Geçen ay YYÜ Tıp Fakültesi'nden istifa eden 8 öğretim üyesinin içerisinde bulunan ve Sedef Er'in eşi olan Göğüs Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Metin Er'in tayininin İzmir'e çıkması nedeniyle Sedef Er'in de Sağlık Bakanlığı'na müracaat ederek tayin istediği öğrenildi.


MİLLİYET  14.12.2005

                                     

Tarihi duruşma bugün

Doç. Güler, kendisinin ve bir anestezi uzmanının 2 ay sonra bugün duruşmaya çıkacak Prof. Yücel Aşkın'ın yanında olacağını, monitör ve acil girişimde kullanılacak diğer ekipmanların mahkeme kapısında hazır bulunacağını söyledi.

Van Yüzüncüyıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın, 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımı ihalesinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla 15 Ekim 2005'te tutuklanmasının ardından geçen 59 günün ardından bugün hâkim karşısına çıkacak.
Van Cumhuriyet Başsavcısı Sezgin Kanmaz 20 Temmuz 2005'te; Aşkın, yardımcısı Ayşe Yüksel ve iki rektörlük çalışanı hakkında çıkar amaçlı suç örgütü oluşturmak, tehdit ve baskıyla ihaleye fesat karıştırmak suçlarından soruşturma açılmasını talep etmişti.
YÖK'ün rektörlerin soruşturulması-yargılanması için gereken onay sürecinin kapsamı dışında kalan "çete" suçlaması nedeniyle doğrudan takibe uğrayan ve Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine konulan Aşkın bugün ilk duruşmaya çıkacak.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Niyazi Güler, YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın stent takıldıktan sonra sağlık durumunun iyi, moralinin yüksek olduğunu, bugün yapılacak olan duruşmaya monitöre bağlanmadan çıkabileceğini söyledi.

Ambulans kararı
Güler, mahkeme süresince kendisinin ve bir anestezi uzmanının Aşkın'ın yanında bulunacağını belirtti. Aşkın'a 10 Aralık'ta stent takıldığını anımsatan Güler, "Stent takıldıktan ve tedaviye cevap verdikten sonra Aşkın'ın monitöre bağlanmadan mahkemeye çıkarılmasına karar verdik.
Ancak monitör ve acil girişimde kullanılacak diğer ekipman, mahkeme kapısında hazır bulunacak" dedi.
Güler, Aşkın'ın mahkeme salonuna ambulansla ya da başka bir şekilde gidip gitmeyeceğine savcılığın karar vereceğini kaydetti.

Tabip Odası'na inceleme

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi de, Aşkın'ın sağlık durumuna ilişkin basın açıklaması yapan Van Tabip Odası hakkında, hekimlik meslek etiği kurallarından, "Her durumda hastaların bilgilerinin mahremiyetine saygı gösterilmesi" ilkesini çiğnediği gerekçesiyle inceleme başlatma kararı aldı.

Davada hangi gelişmeler oldu?

VAN AA HABER MERKEZİ
Aşkın olayının gelişmeleri kısaca şöyle: Aşkın, kendisi yurtdışındayken evine yapılan baskında bulunduğu iddia edilen 738 tarihi eserle ilgili 18 Temmuz 2005'te savcıya ifade verdi. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, 74 rektör ve temsilciyle birlikte 27 Kasım 2005'te Van'a gitti.
Cezaevinde Aşkın ile aynı koğuşu paylaşan ve davanın ikinci tutuklu sanığı olan üniversitenin Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı 13 Kasım'da koğuşun banyosunda intihar etti.
Aşkın, 13 Kasım'da hastaneye kaldırıldı, kalbine stent takıldı.

Heyetleri Oya Aşkın karşıladı

VAN AA
CHP ve YÖK heyetleri, YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın bugün yapılacak ilk duruşmasını izlemek amacıyla Van'da.
CHP Grup Başkan Vekili Kemal Anadol başkanlığında İstanbul Milletvekili Hasan Fehmi Güneş, Van Milletvekili Mehmet Kartal, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve Muğla Milletvekili Gürol Ergin'den oluşan CHP heyeti ile Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkan Vekili Prof.Dr. İsa Eşme, avukat Haydar Han, YÖK Denetleme Kurulu Başkanı Hüseyin Çevikbaş'tan oluşan YÖK heyeti, Ferit Melen Havaalanı'nda YYÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Ali Fuat Doğu, Aşkın'ın eşi Yrd. Doç. Dr. Oya Aşkın ve öğretim üyeleri ile CHP Van Teşkilatı tarafından karşılandı.
Eşme, Van'a geliş amaçlarıyla ilgili herhangi bir açıklama yapmayacağını söylerken Anadol, CHP milletvekillerinden oluşan 5 kişilik bir heyetle duruşmayı izlemeye geldiklerini söyledi. Kente geliş amaçlarının "yargıya müdahale ve baskı" olarak anlaşılmaması gerektiğini belirten Anadol, "Tam tersine bu tür iddiaların doğruluk payını incelemek ve yargının tecellisini takip etmek üzere buradayız. Herhangi bir spekülasyona yol açacak yanlış bir anlama olmasın" dedi.

Baykal ve Ecevit desteği

ANKARA Milliyet
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, yargılanmasına bugün başlanacak olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'a yapılan muamelenin "burun sürtme, haddini bildirme" olduğunu savunarak, "Bu kişisel hesaplaşmadan kaynaklanmıyor. Türkiye'nin anayasal çizgisi ve cumhuriyetin temelleriyle hesaplaşma biçimine dönüşmüştür" dedi.
Davanın, Türkiye'de hukuk sisteminin güvenilirliğinin, siyaset - yargı ilişkisinin hangi noktaya geldiğini göstereceğini vurgulayan Baykal sözlerini şöyle sürdürdü:

'Sükûnetle izlemeyiz'
"Sükunetle davayı izlememizi bizden istemeye kimsenin, özellikle Adalet Bakanı'nın hakkı yoktur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir rektörün, 2 aydır tutuklu olmasının hukuki anlamını, insani anlamını Adalet Bakanı nasıl açıklayacak? Sürgüne gönderildiğimiz dönemde bile yargıya, adalete güvendik. Hukuk cinayetinin, sürdürülmesine Türkiye seyirci kalmayacak."

Ecevit'ten açıklama
Eski DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit de, Aşkın'ın kollarından tutularak savcılığa götürülmesi ve uzun süre tutuklu kalmasının üzüntü verici olduğunu, bunun uluslararası alanda da kaygı yaratacağına dikkat çekti. Hukuk sisteminde, çığırından çıkan uygulamalara dönük iyileştirmeler yapılması gerek

tiğini vurgulayan Ecevit, bu olayın nedenleri konusunda, Aşkın'ın irtica karşıtı çalışmalarının da akla geldiğini söyledi. 


Cumhuriyet'in tüm kurumlarına sahip çıkılmalı

Feyat ERDEMİR- Murat ÇAĞLAR/VAN, (DHA)

YYÜ Rektörü Aşkın, 76 gün sonra özgürlüğüne kavuştu. Tutukluluğu sona erdiği için hastanenin penceresine çıkabilen Aşkın sevenlerine ve basın mensuplarına selam verdi. Aşkın'ın yüzündeki rahatlama ve huzur objektiflerden kaçmadı.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yücel Aşkın, üniversiteye tıbbı cihaz alımı davasında usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle yargılandığı davada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıktan sonra, bu sabah tedavi gördüğü hastane odasının demir parmaklıkla kaplı penceresine çıkıp gazetecilere el salladı. Gülümseyen ve sağlık durumunun iyi olduğunu söyleyen Aşkın, yaptığı açıklamada, Cumhuriyet kurumlarına sahip çıkılması gerektiğini söyledi.

Van YYÜ Rektörü Prof.Dr. Yücel Aşkın, Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımı ihalesinde usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine kondu. Davanın dünkü ikinci duruşmasında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Aşkın, tedavi altında bulunduğu YYÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'ndeki odasından ilk kez bu sabah dışarıya baktı. 76 günlük tutukluluğun ardından, demir parmaklıklarla kapalı odasının penceresinden basın mensuplarına fotoğraf çektirip el sallayan Aşkın'ın moralinin yüksek olduğu görüldü. 14 Aralık günkü duruşmaya gelip giderken oldukça bitkin görünen Aşkın'ın bu sabah çok daha iyi olduğunu gözlenirken, yüzünün güldüğü görüldü. Durumunu iyi olduğunu söyleyen Aşkın, “Normal bir insan ne hissediyorsa ben de onu hissediyorum” dedi.

Aşkın, gazetecilere görüntü vermesinin ardından YYÜ Basın Halkla İlişkiler Müdürü Nalan Akgün aracılığıyla bir açıklama yaptı. Aşkın'ın odasında yazdırdığı açıklamayı, Nalan Akgün, hastane önündeki gazetecilere okudu. Aşkın, kendisinde destek verenlere teşekkür ederken, Cumhuriyet kurumlarına sahip çıkılmasını belirterek, açıklamasında şunları söyledi:

“Basına gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür ederim. Bu süreç içinde beni hiç tanımayanlar da olmak üzere herkesten destek aldım. Bu bakımdan tanıdığım ve tanımadığım herkese teşekkür ederim. Süreç içinde sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin verdiği desteğe de ayrıca teşekkür ediyorum. Van Kapalı Cezaevi'nde kaldığım süre içerisinde personel, mahkum ve tutuklular bana her konuda yardımcı oldular. Bunlara da teşekkür ediyorum.”

Rektör Aşkın, hastalığı süresi içinde kendisine yardımcı olan doktorların isimlerini de vermek istediğini belirterek, doktorlar Niyazi Güler, Çetin Kotan, YYÜ Tıp Fakültesi başhekimi Doç.Dr. Hüseyin Avni Şahin, hastane müdürleri Mahmut Erdoğan ve Metin Günsan'a da teşekkür etti. Rektör Aşkın, açıklamasını şöyle tamamladı:

“Şuna işaret etmek istiyorum. Yargı, YÖK, Üniversitelerarası Kurul ve üniversiteler Cumhuriyet kurumlarıdır. Bunları eleştirebiliriz. Çeşitli görüşler öne sürebiliriz, tartışabiliriz. Ancak bu kurumlara saygı gösterip, sahip çıkmak zorundayız. Çünkü bu kurumlar toplumda adaleti sağlayan ve geleceğe taşıyan kurumlardır. Yargı süreci devam ettiği için de herhangi bir yorumda bulunmak istemiyorum.”

JANDARMA ÇEKİLDİ POLİS GELDİ

Rektör Aşkın'ın tutukluluk halinin kaldırılmasından sonra dün gece hastane odasınde bekleyen jandarmalar saat 21.00 sıralarında çekildi. Daha sonra 2 sivil polis ile hastanenin özel güvenlik elamanları Rektör Aşkın'ın bulunduğu odanın önünde ve koridorlarında güvenlik önlemi aldı. Sadece eşi Oya Aşkın ve doktorları ile görüşen Rektör Aşkın'ın önümüzdeki haftaya kadar hastanede tutulacağı açıklandı.


29 Aralık 2005

Fişleme ayrılmış sonra birleşmiş
Faruk BİLDİRİCİ

Cezaevinde intihar eden Enver Arpalı'nın yakınlarının avukatı Turgut Kazan, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Yücel Aşkın'ın bugün yapılacak ikinci duruşması öncesinde önemli bir iddia ortaya attı.

Kazan, savcılığın tıp cihazları ihalesi soruşturması ile fişleme ve kadrolaşma konularındaki soruşturma hakkında "tefrik" (ayırma) ve görevsizlik kararı verdiğini, ancak yaklaşık 1.5 ay sonra yeniden birleştirme kararı verilerek toplu dava açıldığını belirtti. Hukukta eşine rastlanmayacak bu kararların iddianamenin 24 ve 25. sayfalarında açıkça itiraf edildiğine dikkat çeken Kazan, "İşte müdahalenin kanıtı bu" dedi.

İki soruşturmanın yeniden birleştirilmemesi halinde iddianamenin 10-15 Eylül'de bitmiş olacağını vurgulayan Kazan, "O zaman da Enver Arpalı ölmezdi" dedi. Kazan, şöyle konuştu: "Van'da dilekçe verirken Başsavcı vekili İbrahim Özer ile sohbet ettim.  'İddianameden anlıyorum ki, önce tefrik kararı vermiş, sonra yeniden birleştirmişsiniz' diye sordum. 'Savcılık görevsizlik ile bu suçlardan el çekmişken sonra neden vazgeçti?' Kendisinin yaptığını anlattı.

Anlaşılan o başsavcı vekili bu amaçlarla (ağustosta) oraya tayin edilmiş. Adalet Bakanı diyor ki, 'Telefon ettiğimi ispat edin'! Nasıl ispat edeyim ben senin telefon ettiğini? Ama ben adil yargılanma hakkı bakımından bu soruşturmaların neden yeniden birleştirildiğinin cevabını istemekle görevliyim. Siz kayıt, özel hayatı ihlal, ayrımcılık, görevi kötüye kullanma ve tarihi eser suçları için 'Bu bizim görev alanımıza girmez' demişsiniz.  
 

Doğru, siz özel yetkili savcılıksınız. 31 Ağustos'ta tefrik kararı vermişsiniz, 2 Eylülde normal savcılığa göndermişsiniz. Ondan sonra neden yeniden soruşturmaya geçtiniz? Demek ki, birisi uyardı! 'Dava 418 mağdurlu olacak ki dava bin yıl sürecek ve bitmeyecek. Sanık asla
aklanamayacak" dedi. Çünkü dava biterse aklanırsınız! İkincisi gösteri olacak, miting meydanına dönecek. İnsanlar rektöre kinini kusacak! Kendilerine o davada taraf olarak yer verilecek. Olacak şey değildir. Müdahalenin kanıtı bunlar."

Arpalı'nın ölümündeki idarenin kusurunun maddi ve manevi tazminatla giderilmesi için önümüzdeki hafta Adalet Bakanlığı'na başvuracaklarını açıklayan Kazan, 60 günlük bekleme süresi sonrasında idare mahkemesine başvuracaklarını söyledi.


KÖŞE YAZARLARI

BİR REKTÖR VE ÖRGÜTLÜ SUÇLULUK
Sabih KANADOĞLU Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı

(09 Aralık 2005,  Cumhuriyet)

Örgütlü suçlarda, kuvvetli kuşku nedenlerinin varlığı durumunda tutuklama nedeni var sayılabilir. CMY’nin 100. maddesi tutuklama kararı verilebilmesini, kuvvetli suç kuşkusunun varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması durumuna bağlamıştır.

Türkiye 01.6.2005 günü 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası’nın yürürlükten kaldırılmasıyla, mücadeleyi kazanarak esenliğe çıktığını düşündüğü sırada, bir üniversite rektörünün haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla bir örgüt kurduğu ve örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulayarak suç işlediği iddialarıyla sarsıldı.

Özellikle bu iddiaların, söz konusu üniversitede yaşananlara, laik cumhuriyete karşı kadrolaşma çabalarına, yüce Atatürk ‘ün vasiyet niteliğindeki özlemine yanıt olarak çıkarılan bir tarikat liderinin medrese kurulması öğütlerine, direnen, savaşan ve kazanan onurlu bir bilim adamına yöneltilmesi, sarsıntıyı daha da arttırdı.

Hele, aynı iddiaların yöneltildiği üniversite genel sekreterinin, tutuklandıktan dört ay sonra, hakkında iddianame düzenlenmemesi nedeniyle girdiği psikolojik bunalım sonucu hayatına son vermesi, hukuksal olaya trajik bir boyut da kazandırdı. Rektörün, sağlığını kaybetmesi ve yoğun bakımda yaşam savaşı vermesi, bu boyutun ayrı bir aşamasını oluşturdu.

Bu ortamda, Yargıtay içtihatlarından ve öğretiden yararlanarak örgütlü suçluluğu, soruşturma usullerini ve tutuklama koşullarını YTCY’nin 288 ve 5187 sayılı Basın Yasası’nın 19.’ncu maddesi sınırları içinde irdeleyip açıklamayı, mesleki ve vicdani bir borç olarak görüyorum.

Örgütlü suçluluk Örgütlü (organize) suçluluğun, suç işlenmesini kolaylaştıran yapılanması,kullandığı yöntemler ve devamlılık göstermesi gibi özellikleri, kamu düzeninin yanında ekonomik ve demokratik düzeni tehdit boyutuna ulaşmıştır. Ayrıca çıkar amaçlı suç örgütlerindeki uluslararası işbirliği, uluslararası kuruluşların ortak önlemler almasını da zorunlu kılmıştır.


Türkiye’nin de imzaladığı Aralık 2000 tarihli Palermo Uluslar arası Organize Suçluluğa Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 2/a maddesi  ile AB’nin 21.12.1998 tarihli organize suçluluğun önlenmesi hakkında ortak eylem kararının ışığı altında örgütlü suçluluğun yapısal unsurlarını belirlemek olanaklıdır.

Bunların başında, organize bir yapılanma gelmektedir. Kuşkusuz, örgüt veya aynı anlamda kullanılan teşekkül çete kavramları organize yapılanmayı içermektedir. Bu organize yapının, belirsiz nitelikte bir suç programına sahip olması gerekir. YTCY’nin 220’nci maddesinde yer alan “yasanın suç saydığı eylemler”, “amaç suçlar” ve “örgüt içindeki hiyerarşik yapı”deyimleri, suçun yapısal unsurlarını ortaya koymaktadır.

Örgütlü suçluluğun bir diğer özelliği, sürekliliğidir. Programlanan suçun işlenmesinden sonra dahi suç örgütü devam etmelidir. Ve son olarak suç örgütü, en az üç kişiden oluşmalıdır.

Sayılan özellikler, örgütlü suçluluğu suç ortaklığından ayırmaktadır. Amaçlanan belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmenin hukuksal tanımı, suç ortaklığıdır. Örneğin belirli bir tarihte yapılması kararlaştırılan bir ihaleye fesat karıştırarak çıkar sağlamak isteyenlerin, suç işlemek amacıyla örgüt kurduklarından bahsedilemez. Bu birlikteliğin adı, suç ortaklığıdır.

Ayrıca, örnek gösterilen amaç suç olan ihaleye fesat karıştırma suçunu işlemek için, araç suçların da (sahtecilik vs.) işlenmiş olması, suç ortaklığı kapsamındadır; suç ortaklığını “suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna” dönüştürmez.

Bu nedenlerle üniversitesinin, YÖK’ün ve cumhurbaşkanının tercih ve güvenini kazanmış, kurumunu iş, işlem ve eylemleriyle çağdaş bir bilim yuvası niteliğine kavuşturmuş olan bir bilim adamına, eylemlerinin hukuksal yönden onanmayıp suç olarak yüklenebilmesi, ancak ve ancak önceden devamlı suç işlemeyi amaçlayan bir örgütü kurduğunu açıkça gösteren ve hukuksal olan kanıtlara dayanmakla olasıdır.

Rektörler hakkındaki ceza soruşturması yetkisi, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası’nın 53. maddesi uyarınca YÖK’e aittir. Ayrık haller 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın (CMY) 250. maddesinde gösterilmiştir. 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasasıyürürlükten kaldırılmış olmasına rağmen, bu nitelikteki mafya tipi suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde,cebir ve tehdit uygulayarak işlenen suçlar,görev ve yargı çevresinin belirlenmesi yönünden önemli sayılmıştır. CMY’nin 251. maddesi uyarınca, sıfat ve görevleri ne olursa olsun, bu suçları işleyenler hakkındaki soruşturma HSYK’ce görevlendirilen cumhuriyet savcıları tarafından bizzat kovuşturma da yine CMY ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerince yapılır. Bu ayrık hükmün uygulanabilmesi için çıkar amaçlı suç örgütünün varlığı yetmez. Ayrıca bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçun da cebir ve tehdit uygulanarak işlendiğinin kanıtlanması ilk koşuldur. Aksi halde, soruşturma yönünden (2547 sayılı yasadaki) yetkinin gaspı söz konusudur.

Cebir, iradeyi ortadan kaldıran veya sınırlayan ve muhatap kişi üzerinde kullanılan fiziki enerjidir. Tehdit ise manevi cebir, zorlama olup, bir şeyin yapılması veya yapılmaması yada yapılmasına müsaade edilmesini sağlamak için, istenenler gerçekleşmediği takdirde zarara uğratılacağının muhataba bildirilmesidir. Tehdit, objektif olarak muhatabı üzerinde ciddi korku yaratmaya elverişli, yeterli ve uygun olmalıdır. Çıkar amaçlı suç örgütlerinde ayrıca tehdidin yıldırma, korkutma ve sindirme oluşturacak  boyutta olması da aranmalıdır.

Örneğin, amaçlanan suçun işlenebilmesi için bir üçüncü kişinin eylem veya işlemi gerekli ise bu kişiye yapılması istenen şey ve yapılmaması halinde uğrayacağı zarar açık bir biçimde bildirilecek ve bu korkutma ve yıldırma sonucu amaca ulaşılacaktır.

Tehdidin suçun mağduru olması gereken muhatabına ulaştığı ve yarattığı ciddi korku sonucu atılı suçun kesin olarak işlendiği açık ve hukuksal kanıtlarla ortaya konulamadığı sürece, birtakım varsayımlara dayanarak CMY'nin 250. ve 251. maddelerinde yer alan ayrık hükümlerin uygulanmasına olanak yoktur.

Tutuklama nedenleri
Örgütlü suçlarda, kuvvetli kuşku nedenlerinin varlığı durumunda tutuklama nedeni var sayılabilir. CMY'nin 100. maddesi tutuklama kararı verilebilmesini, kuvvetli suç kuşkusunun varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması durumuna bağlamıştır. Şüphelinin kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesinin bulunması, kanıtları yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminin saptanması biçiminde olgular yoksa, aksine örgütlü suçluluğun unsurları üzerinde kuvvetli kuşkular varsa, verilecek tedbirden ibaret tutuklama kararının, giderilmesi olanaksız yargısız infaza dönüşmesi olasılığı da var demektir.

Sonuç
''Hukukun işlerlik kazanmadığı bir rejimin, yurttaşlarına güven vermesi ve varlığını koruması beklenemez.'' Sayın Cumhurbaşkanı'nın özdeyiş niteliğindeki bu uyarısının ışığında, bağımsızlığına getirilen tüm kısıtlamalara rağmen Türk yargısının, mevcut kanıtları irdeleyip değerlendirerek maddi gerçeği bulacağına ve adaleti sağlayacağına gönülden inanıyorum.

MİLLİYET  14.12.2005  

Güneri Civaoğlu

....................
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Aşkın, nihayet mahkemeye çıkıyor.
Bir rektör ki... Suçlamada "çete" iddiasıyla yargılanacak.
Ama... İçeride sadece tek başına kendisi...
Bu kadar vahim bir suç işleyen kişi, tek başına çete midir?
Genel Sekreter'in intiharından sonra, kalp yetmezliğiyle hastanede olan ve ölümün karanlık coğrafyasında teğet bir yaşamı ve psikolojik bozuklukları yaşayan üniversite rektörü, herhalde, bileklerinde kelepçeyle getirilecek mahkeme salonuna...
Yorum yok. Yorum, olayın kendinde...
"Çete" tanımının unsurlarından biri de "çıkar amaçlı" olmak.
İddianamede "çıkar" yok.
"Şiddet ve baskı" unsuru ise, sadece YÖK'ün onayladığı tasarruflar.
Bu dava da küresel adalet mercekleri atındadır.
.....................
Her iki davanın da Avrupa Birliği liderlerinin toplantısıyla örtüşmesi, nasıl bir zamanlamadır?
Türkiye için talihsizlik mi?
Gösterilen tepkilere odaklanırsak, cevap, "EVET..."
Daha uzun vadeli bakılacak olursa, Türkiye'nin adaletini Avrupalılık ince ayarından geçirmesi için belki de bir neden oluşturacaktır.
AB sürecinde Doğu kafasına demirlenmiş bir gemide, Batı'ya adımlar atmak ve güvertenin sonuna geldiğinde yeniden geriye dönüp, sil baştan Batı'ya "nafile" yürüyüşle nereye varılır ki!

 

Tufan TÜRENÇ  tturenc@hurriyet.com.tr

İki hukukçunun Van izlenimleri

VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın yargılanmasına bugün başlanıyor.

Şeriatın kestiği parmak acımaz derler. Bakalım yargılama süreci ne gösterecek?

Ancak Van’a gidip araştırma yapan İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu ile eski başkanlardan Avukat Turgut Kazan’ın çok ilginç, ilginç olduğu kadar endişe verici izlenim ve değerlendirmeleri var.

Önce Turgut Kazan’ın izlenim ve değerlendirmelerini satır başlarıyla sizlere aktarmak istiyorum:

- Uygulanan yargı modeli Türkiye’ye yönelik bir tehlikedir. Kızılan insan tutuklanıp hapse atılıyor, bu vahimdir. Çünkü ihaleye fesat karıştırma davalarında şimdiye kadar hiç kimse tutuklanmadı.

- Enver Arpalı’yı göreve Yücel Aşkın getirmedi. Davayı çeteye sokmak için önce Arpalı, sonra da rektör tutuklandı.

- Arpalı verdiği tahliye dilekçelerinde ‘Ben bu şerefsizliği nasıl taşırım?’ diye yazıyor. Sonra da yakınlarına ‘Eğer mahkemeye kelepçeli gidersem intihar ederim’ diyor.

- Yakınları ‘Arpalı’dan rektörü suçlayıcı ifade vermesi istendi. Eğer bunu yaparsa kendisine kolaylık gösterileceği söylendi ama o reddetti’ diyor.

- Arpalı yapılan baskılara dayanamadı ve intihar etti. Bundan dehşet duymamak mümkün değil.

* * *

Turgut Kazan’ın değerlendirmelerine devam edelim:

- İddianameden öğrendiğimize göre Prof. Yücel Aşkın için açılan soruşturma imzasız bir dilekçeye dayanarak başlatılmış.

- Bu tip ihalelerin parasını Hazine ödüyor. Yani Van’daki görevlilerin eline para değmiyor. Ödenen kadar cihaz gelmiş ve hepsi çalışıyor.

- İddianamede Aşkın ve arkadaşlarının çıkar sağladığına dair bir kanıt yok. Devleti zarara uğratma diye de bir şey yok.

- Savcılığın yürüttüğü sorgulama yöntemi son derece saygısız ve haşin.

- Sürekli yolsuzlukla suçlanan rektör dayanamayıp savcıya patlıyor: ‘Türkiye ve dünyadaki bütün bankalara benim mal varlığımı sorun.’

- Hiçbir kanıt olmamasına rağmen rektör için örgüt kurmak, ayrımcılık yapmak, özel hayatı ihlal, kişisel verileri kayıt, sahtecilik, belgeyi bozmak, ihaleye fesat karıştırmak ve kötüye kullanmak suçlarından 3 bin 167.5 yıl hapis cezası isteniyor.

* * *

Kazan bu davanın bitmeyeceğini vurguluyor, nedenini de şöyle açıklıyor:

‘Bu davada 141 tanık dinlenecek. 418 de mağdur var. Üniversitede çalışanların büyük çoğunluğu Prof. Yücel Aşkın tarafından mağdur edilmiş gibi davaya dahil edilmiş ve duruşmaya davet edilmiş. Bu nedenle mahkeme bir gösteriye sahne olacak. Oysa mahkeme salonu 30 kişi ancak alabilir.

Türkiye’de 418 mağdurlu bir dava hiç olmadı.

Ara rejimlerde izlenen bir yol. Şimdi bu yol izleniyor.’

Turgut Kazan’
ın anlattıklarından sonra vatandaş olarak endişe duymamak olanaksız.

İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu’nun değerlendirmeleri de özetle şöyle:

‘Yargı baskı aracı olarak kullanılmaya başlandı. ‘Yargıya karışamayız’ diyerek baskı yapmak yolunu seçiyorlar.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi seçilen ilk üniversitedir. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi ile Malatya İnönü Üniversitesi bundan sonraki hedeflerdir. Van adliyesindeki öteki yargıçlar da bu davadan tedirgindir.’

Keşke zamanı olsa da Adalet Bakanı Çiçek bu iddianameyi okuyabilse...

Emin ÇÖLAŞAN  ecolasan@hurriyet.com.tr

Hırsız, çeteci, namussuz, akılsız rektör!

CUMHURİYET tarihinde görülmemiş bir yöntemi, yargıyı da kullanıp uyguladılar. Van Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın ve Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı’yı ‘çete kurup soygun yaptıkları’ iddiasıyla tutukladılar.

Arpalı bu haksızlığa ve zulme dayanamadı, cezaevinde intihar etti.

Rektör Yücel Aşkın hastaneye, yoğun bakıma kaldırıldı. Odasının penceresine hiç utanıp sıkılmadan demir parmaklık yapıldı.

Van adliyesinin savcısı tutuklama istemişti. Mahkeme bu istemi kabul etti. Fakat gelin görün ki iddianame bir türlü hazırlanmıyordu. Onlar cezaevinde yatadursun, iddianameden ses seda yoktu.

Şeytanın azapta olması gerekirdi!

Ne zaman ki bu acı olaylar oldu ve kamuoyunda kıyamet koptu, savcılık iddianameyi acele hazırladı ve dava açıldı.

Yücel Aşkın Van’daki üniversiteyi gerici kadroların, tarikatların elinden kurtarmıştı. Bazı rektörlerle birlikte AKP iktidarının bir numaralı boy hedeflerinden biriydi ve ‘halledilmesi’ gerekiyordu. Mekanizma ‘başarıyla’ çalışmaya başladı.

* * *

Sevgili okuyucularım, şimdi size savcılık iddianamesinin giriş bölümünü veriyorum. Lütfen çok dikkatle okuyunuz!

‘İddianame. Sanıklar: Prof. Dr. Yücel Aşkın (Rektör)... Prof. Dr. Ayşe Yüksel (Rektör Yardımcısı.) Prof. Dr. Hasan Ceylan (Rektör Yardımcısı)... Prof. Dr. Fırat Cengiz (Ziraat Fakültesi Dekanı)...’

10 sanık var. Şimdi aynı iddianamenin başlangıcını okuyalım:

‘Suç 1: Suç işlemek için örgüt kurmak.

‘Suç 2: Örgüte üye olmamakla birlikte bu örgüt adına suç işlemek...’

En önemli ve ilk sırada yer alan ‘suçlar’ böyle!

Şimdi şu hukuk mantığına (!) bakınız!

Bu insanlar suç işlemek için örgüt kurmuşlar.

Fakat bu örgüte üye olmamışlar! Bununla birlikte örgüt adına suç işlemişler!

Valla helal olsun. Sen örgüt kuracaksın ama örgüte üye olmayacaksın!

Peki örgütün üyeleri kim? Üyesiz örgüt olur mu, üyeler nerede? Herhalde şeytan aldı götürdü!

Rektör Yücel Aşkın’ın kafası hiç çalışmıyormuş! Hırsızlık, hortum, çetecilik (!) yapmış ama örgüt kurmayı bile becerememiş. Akılsızmış bu Rektör, akılsız!

Van savcılığının ‘bilimsel’ iddianamesinden bu sonuç çıkıyor!

* * *

Şimdi size aynı iddianameden -özetle- bir bölüm daha iletmek istiyorum. Aynen şöyle:

‘Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın Güzel Sanatlar Fakültesi çalışma odasında bulunan şifreli çelik kasa içerisinde:

İhbar, tehdit mektupları, Van Valiliği ve YÖK tarafından yapılan yazışmaların asılları, isimli isimsiz ihbar dilekçeleri, YÖK’e yazılmış yazılar, bazı sivil toplum kuruluşlarından gelen davetiyeler, öğrenci dilekçeleri, personelin askerlikle ilgili referans belgeleri, türbanlı personelle ilgili belgeler, muhtelif mahkeme kararları, PKK ve Hizbullah’la ilgileri tespit edilen personelle ilgili işlemler tablosu, Danıştay kararları, öğretim elemanları hakkında MİT’ten alınan bilgiler, Kürdistan İslami Devrim Hareketi dosyasında imzasız bilgi notu ve Van Emniyet Müdürlüğünün bu örgüt mensubu öğrencilerle ilgili tutuklama kararları...’

Gördünüz mü çelik kasadan ne gibi ‘suç unsurları’ çıktığını!

Ama dahası var. Yine savcılık iddianamesinden aynen alıyorum:

‘...Köşe yazarı Emin Çölaşan’ın yazılarını içeren alıntı kupürler... Kendisinden önceki rektöre gelmiş YÖK yazılarının asılları.’

Hukukçu değilim ama bu satırları okuyunca aklım durdu. Savcılık iddianamesinde ‘suçlar’ sıralanır ki, dava aşamasında belge olsun.

Peki bu belgelerin hangisi suç?

Tereciye tere satacak, Van savcılarına bu konuda ders verecek konumda değilim ama ne yazık ki böyle.

Bu tür belgeler ancak polis aramalarında tutanağa yazılır. Ne çıktıysa kayda girer. Savcılık iddianamesinde bunların ‘suç unsuru’ imiş gibi gösterilmesi hukuka, adalete sığmaz, yakışık almadığı gibi hem hukuk, hem de adalet kavramlarını küçük düşürür.

Kasadan Emin Çölaşan’ın yazıları çıkmış!

Vay be, demek ki suçmuş!

Cezaevinde bir kişi intihar etti. ‘Çetenin başı!’ bugün -aylar sonra- ilk duruşmaya çıkacak.

Adalet mülkün temeli imiş!

Öyledir de, eğer siyasi iktidarlar adalete karışmıyor, müdahale etmiyor, hakim ve savcılara ‘
bizim istediğimiz kararı verirsen seni er geç Yargıtay’a üye seçtiririz’ demiyorsa!

* * *

(Emin Çölaşan’ın notu: Bazıları bugünkü duruşmaya AB gözlemcilerinin de gelmesini istiyordu. Burası sömürge değil. Biz kendi sorunumuzu yabancılara gerek kalmadan kendimiz çözeriz.)

Meral TAMER

Van'daki olay, içki yasağından daha önemli

İnsan hakları mücadelesini, kişisel eğilimlerimizin ve önyargılarımızın
önüne koymadıkça, bu ülkede daha çoook Van olayı yaşarız!

Görüyorsunuz, bir hafta bile dayanamadım! Van Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Yücel Aşkın'la ilgili yazılarımı, güya davanın ertesi günü
noktaladığımı ilan etmiştim. Ama ne mümkün!
Sadece kıdemli okurlarımdan değil, bu vesileyle yeni edindiğim okurlardan
da şiddetli itirazdan ricaya, sorumluluğa davetten yakarmaya, hatta "Sizi
susturdular mı yoksa?" türünden endişe ve kışkırtmalara varan talep ve
baskı bombardımanı altındayım.
Anladım ki, köşemde bu konuyu kapatma özgürlüğüm de yok, hakkım da yok.
Zaten pazar sabahı Şirin Payzın'la CNN Türk'teki söyleşimizde de fark
ettim: Prof. Aşkın'a tutuksuz yargılanma hakkı teslim edilinceye kadar, bu
mesele benim için de bi - te - mez!

Bana dokunmayan yılan
Çünkü yaşadığım bu ülkede, uyulmasını istediğim bir hukuk düzeni var.
Ancak o hukuk düzeni varsa, ben kendimi güvencede hissedebilirim.
Aşkın gibi birinin haksızlığa maruz kaldığını gördüğümde tepki
göstermezsem, yarın - öbürgün benim de, sizin de hukuk dışı bir
uygulamayla hapsi boylamamız pekâlâ mümkün demektir!
Ama çoğumuz, "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" deyip, hukuksuzluğu
görmezden geliyoruz. 55 yıl önce altına imza attığımız Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin çiğnenmesine göz yumuyoruz.

İçki yasağı ve Pamuk
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok'un bile "Hukuk dışı
uygulamanın vardığı bu noktada, artık yargı bu işi kendi içinde çözer
diyemiyorum. İnancımızı, umudumuzu yitirdik" dediği bir ülkede,
hiçbirimizin kendimizi güven içinde hissetmemize imkân kalmamıştır. Ve bu
noktadan bakıldığında, AKP hükümetinin Prof. Aşkın'a reva gördüğü muamele,
son dönemdeki içki yasağı antrenmanlarından çok daha önemlidir.
Ama her nedense bizim aydınlarımız, içki yasağına gösterdikleri tepkinin
onda birini Prof. Aşkın'a uygulanan hukuk dışılığa göstermediler...
Kimisi "Atatürkçü" diyerek burun kıvırdı.
Kimisi "Yargıya müdahale suçtur" bahanesiyle yan çizdi.
Kimisi "Muhakkak bir yolsuzluk yapmıştır" kolaycılığına teslim oldu...

AB'nin çifte standardı
Aynı günlerde Orhan Pamuk'un yargılanmasının gerek içte, gerekse
yurtdışında yarattığı haklı tepkileri, AB yetkililerinin Türkiye aleyhine
zehir zemberek demeçlerini ve bu olaya geniş yer veren Batı basınının
Prof. Aşkın'la ilgili neredeyse çıtının çıkmadığını görünce iyice nevrim
döndü.
Türkiye'nin dünyaca ünlü bir yazarını, Ermeni katliamı konusunda fikrini
özgürce beyan etti diye yargılamaya kalkması rezalet. İyi ki AB var ve bu
konuda kıyameti kopartıyor. Ama insan hakları diye mangalda kül bırakmayan
aynı AB'nin, Van'daki olayı neredeyse görmezden gelmesi de aynı derecede
rezalet.
Aşkın'ı hiç tanımıyorum. Pamuk'u ise yıllardır izlerim. Kişisel duruşum,
Aşkın'dan ziyade Pamuk'a yakın olabilir. Ancak bizler -özellikle de
aydınlar- insan haklarını, kişisel ve siyasi eğilimlerimizin önüne koymayı
içselleştirmek zorundayız. Bunu başaramadığımız sürece, bu ülkede daha
çoook hukuk kılıfı giydirilmiş siyasi linçler göreceğiz demektir.

Van'daki haç avcıları

Altan Öymen

aoymen@radikal.com.tr

Radikal Gazetesi – 18 Aralık 2005

Van Üniversitesi hakkındaki 'ihbar'lar arasında neler var neler. Öğretim üyeleri erkeklerle kızları bir araya getirmek için baskı yapıyormuş... Heykeller yoluyla Hıristiyanlık propagandası yapılıyormuş...

Prof. Dr. Ayşe Yüksel, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı. Yalova doğumlu. 1979'da İstanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemşirelik Yüksek Okulu'nu bitirip İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde akademik kariyere girmiş. Lepra üzerine uzmanlaşmış. Anadolu'nun çeşitli illerinde lepra araştırmaları yürütmüş. Böylelikle Anadolu'yu yakından görmüş ve tanımış.

Yüksel, aynı zamanda Türkan Saylan'ın başkanlığındaki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyesi... Derneğin faaliyetlerine Van ve çevresinde katkıda bulunuyor... Van Üniversitesi öğrencileri için çeşitli destek projeleri gerçekleştiriyor.

Ayrıca şimdi sanık. Van'daki Aşkın davasının sanıklarından biri...

* * *

Ben Ayşe Yüksel'i daha önce hiç görmemiştim. Mahkemedeki sorgusunda gördüm ve dinledim. Mahkemeye yazılı olarak bildirdiklerini şöyle özetledi:

"Ben savcılıktaki sorgulanmam sırasında hakkımdaki esas iddiaların şunlar olduğu sonucuna vardım:

- Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adına PKK yandaşlarını koruyormuşum... Onları himaye ediyormuşum... Onlardan birine burs vermişim.

- Hıristiyanlık propagandası yapıyor veya yaptırıyormuşum.

- Kız ve erkek öğrencileri aynı binada oturtmak için gayret sarf ediyormuşum.

Bu iddialara şaşırdım ama cevap verdim.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin burs ölçütlerini anlattım. Öğrenciler arasında etnik köken farkı gözetmediğimizi, sabıka kaydı bulunanlar dışında şartları uygun olan herkesin burs alabileceğini, ama fakir öğrencilerin tercih edildiğini anlattım...

Savcı, PKK yandaşı olduğu iddia edilen bir kız öğrenciden söz etmişti. Onun hakkında öyle bir bilgi sahibi olmadığımı söyledim. 'Herhalde koşulları uyuyordu da onun için vermişizdir' dedim.

Hıristiyanlık propagandası iddiasının akılsızca bir iftira olduğunu, o konuda daha önce bir yerde yayın yapıldığını, yayın yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunduğumuzu söyledim.

Kız-erkek öğrenciler konusundaki dedikodunun da aynı şekilde iftira olduğunu, yurtların dışında öğrenci binası diye bir binamız olmadığını söyledim..."

Ayşe Yüksel, bunları anlattı. İddianameyi gördükten sonra ise daha da şaşırdığını söyledi. İddianamede, sorgusunda cevapladığı o iddialarla ilgili bir suç isnadı ve ceza talebi yoktu, zaten olamazdı ama, hakkında Yücel Aşkın'la ilgili suç iddialarından bazısına örgütlü olarak katıldığı iddiası vardı.

* * *

Ayşe Yüksel mahkemedeki ifadesinde o iddiaları yanıtladı. Ama bizim buradaki konumuz, davanın içeriği değil. Davada suç işlendiği iddiasına ve ceza talebine neden olmayan, ama yayınlara konu olan o 'Hıristiyanlık propagandası' ve 'kız-erkek' konuları...

Bakın bunlar Yüksel'e niçin sorulmuş:

Çünkü o iddialar, üniversitenin içinden veya yakınından bazı kimseler tarafından savcılığa bildirilmiş. Resmi ifadelerle tutanağa geçirilmiş.

Adlarını açıklamaksızın, birkaç örnek verelim. Bir üniversite mensubunun ifadesinden:

"Ayşe Yüksel'in misyonerlik faaliyetleri yürüttüğünü duydum. Yani Hıristiyanlık dininin propagandasını yapıyormuş, ayrıca Ayşe Yüksel bu faaliyetler çerçevesinde özellikle kızlı erkekli öğrencilerin aynı evde kalmalarını temin etmiş, bu konuda somut bir bilgim yoktur, ancak bunlar duyuma dayalıdır."

Peki, bunu söyleyen kişi, elinde 'somut bilgi' olmadığı halde, bu 'duyuma dayalı' şeyleri niçin savcıya söylemiş? Bilinemez. Ama ifadesinde şu cümleler de var:

"Ben 3 yıl önce doçent oldum. Ancak kadroya atanmam 1.5 yıl gecikti."

Bir başka eski üniversite mensubu da, ifadesinde, halk arasında 'söylenti'lerin çıktığını bildirerek şunları söylüyor:

"(Ayşe Yüksel) 60 kadar daire tutarak bazı öğrencilere aylık burs verdiği, bu öğrencileri örgütlediği, kız-erkek birlikte kalma zorunluluğu karşılığında öğrencilere burs ayarladığı, hatta bazı dernek ve vakıfları bu işe aracı olarak kullandığı belirtilmektedir."

Bu 'söylenti'ler, nerede, nasıl, kimler tarafından 'belirtilmektedir', ifadeyi veren bunu 'belirtme'ye gerek görmemiş...
Bir başka ifade örneği: Anlaşıldığına göre, bu ifadeyi veren kişi, Üniversitenin hukuk müşaviri kadrosunda iken, sonradan oradan ayrılıp serbest avukat olmuş. Üniversiteye karşı dava açmak isteyenlerin vekâletini alıyormuş. Şöyle diyor:

"Bir bankta otururken bir öğrencinin elinde Yahoa Nahşihatı isimli bir kitap gördüm. Bu öğrenciye bu kitap nedir diye sordum. 'Bu bir İncil'dir. Bunu bize verenler bize kucak açmışlardır, karnımızı doyurmuşlardır. Ayşe Yüksel'in temsil ettiği Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından korunuyoruz. Tüm ihtiyaçlarımız karşılanmaktadır' dedi. (...) Ayrıca Ayşe Yüksel'in misyonerlik faaliyeti çerçevesinde kızlı-erkekli öğrenci evleri tuttuğunu duydum."

Evet, ifadeyi veren 'dedi' diyor "duydum" diyor. "Kim" dedi, "kimden" duydu, belli değil. Ama bunları savcılığa ifade olarak vermiş...

* * *

Bunlar, üniversiteyle ilgili olarak yayılan ve bazı yayınların da konusu yapılan iddialardan bazıları... Bir başka iddia ise, davayla ilgili ifadeler arasına girmemiş ama, yerel basına yansımış. Onu da anlatalım:
İddia şu: Üniversite 'Haç' heykelleriyle donatılmış...

Gerçek ise şu: 2002 yılının mayıs ve haziran aylarında üniversitede, bir 'uluslararası heykel etkinliği' düzenlenmiş. Tam adıyla: 'Uluslararası Kireç Taşı Heykelleri Sempozyumu...' Bir şartname düzenlenmiş. Dış ülkelerden heykeltıraşlar davet edilmiş.

Her sanatçıdan bir heykel yapmasının beklendiği, heykellerin üniversite kampusunun belirli noktalarına yerleştirileceği belirtilmiş. Sempozyumun belirli bir 'tema'sı olmadığı, sanatçıların heykellerinin konusunu istedikleri gibi seçecekleri kaydedilmiş.

Dokuz ülkeden heykeltıraşlar gelmiş...

İtalya'dan, Fransa'dan, Belçika'dan, Bulgaristan'dan, Kanada'dan, Ukrayna'dan, Litvanya'dan, Japonya'dan ve Türkiye'den... Hem sempozyum halinde etkinliklere katılmışlar. Hem de heykellerini yapmışlar. Heykeller, üniversite kampusunun belirli yerlerine dikilmiş. Törenler yapılmış. Gitmişler.

* * *

Ve sonra... Aradan üç yıl geçmiş. Birdenbire önce bir yerel gazetede, sonra bir İstanbul gazetesinde heykellerle ilgili haberler yayımlanmış. Şu başlıklar altında:

'Van'da Haçlı Üniversite...'

'Van'da 6 Adet Haç Var.'

'Üniversite'deki Haçlar.'

'Hıristiyanlık Propagandası'..v.s..

Üniversitenin konuyla ilgili profesörleri bunları nasıl cevaplayacaklarını şaşırmışlar.
Gerçi sempozyum sırasında yapılan 10 heykel var. 'Haç'a benzetilerek, fotoğrafı çekilip yayınlanan heykel, bunlardan sadece biri. O da milattan (İsa'nın doğuşundan) 700 yıl önceki dönemden kartal kanatlı bir kadın figürü örnek alınarak yapılmış. Yani Hıristiyanlık'tan önceki dönemden... 'Haç'ın Hıristiyanlığı temsil etmesinin zaman açısından mümkün olmadığı bir dönemden...

Bunlar, üniversite yönetimi tarafından, basın toplantısı yapılarak, demeçler verilerek anlatılmış... Ama ne fayda... Yapılan yayınlarda, "Bu haçtır" denilmeye devam edilmiş...

Peki, öteki haçlar?.. Verilen sayıya göre diğer beş adet haç?.. Onlar hangileri?

'Haç avcıları' birini daha 'yakalamış'lar: 'Kadın ile erkek' adlı bir heykelin kaidesine tersten bakılınca 'haç' görüntüsü veriyormuş.

Başka?.. Öteki heykeller arasında, tersten de bakılsa, yandan da bakılsa haç görüntüsü vermesi mümkün olan başka bir heykel yok.

Ama 'dilin kemiği' de yok... Heykellerin tümüne yakınının 'haç'lı olduğu rivayetleri bitmek bilmemiş.

Üniversite kampusunun en hâkim yerinde, yüksek minareli büyük bir cami de bulunmasına rağmen...

* * *

Van'da bütün bunları görüp, dinleyip, öğrenirken, aklıma eski zamanlar geldi. "Ben bu filmi daha önceleri de görmüştüm" duygusuna kapıldım. 50-60 yıl öncesini hatırladım.

Köy Enstitüleri'ne yöneltilen hücumları düşündüm.

Gerçi o zamanlar 'PKK yandaşları' yoktu. 'Himaye ediliyorlar' suçlaması onlar için yapılamazdı. Ama o zaman da 'komünistler' vardı. Suçlanmak istenen eğitimcilere "komünistleri himaye ediyorlar" denilirdi.
Karma sistemle okuyan çocukların öğretmenleri için, imalı laflar kullanılarak "kızlarla erkekleri bir araya getiriyorlar" denilirdi.

Ve Köy Enstitüsü binalarının, yapılış şekillerinden anlamlar çıkarılırdı. Çok bilmiş bir edayla sorulurdu:

"L biçiminde yapılmış... 'L' ne demek?"

"Lenin demek" denilirdi.

Heykellerle Hıristiyanlık propagandası yapıldığı iddiası henüz ortaya çıkmamıştı.

Ama arada bir bazı heykellerin veya şekillerin 'orak'a, bazılarının da 'çekiç'e benzediğini 'keşf'edenler çıkardı.

Gel zaman git zaman... Bazı değişiklikler var ama, 'işin esası' değişmemiş...

Van'ı Karıştıran PUT'LAR

Balçiçek Pamir

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeki bir sempozyuma katılan yabancı heykel sanatçılarının eserleri üniversitenin bahçesine konunca tartışmalar başladı. İşte "put" sanılan heykellerin öyküsü...

Put değil bin yılın kanatları onlar

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın yargılanırken Vanlı yöneticiler onun hakkında çoktan karar vermişti; "Dini bütünlere Hıristiyanlık öğretiyor, putlara tapıyorlar." İşte iddialar ve gerçekler.

Van sokaklarında dolaşıyorum. Geçen yıl bu zamanlarda kar varmış buralarda. Şimdi ise güneş. Ortamın tatsızlığından mıdır bilinmez içim üşüyor. Güneş falan hikaye. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'ın duruşması sürüyor. Yok çete davası değil, bu sefer tarihi eser kaçakçılığı suçlaması. Hani 14 Temmuz'da rektör Azerbeycan'dayken evine bir baskın yapılmıştı ya, hatırladınız mı? Rektörlük lojmanında tam 13 saatlik bir arama gerçekleşmişti. 500 küsur tarihi esere "kaçak" diye el konmuştu. Bu dava onun davası. Adliyenin önünde bekleyen Van muhabiri Ercan cep telefonumdan haber veriyor, "Beraat etti, rektör çıkıyor" diye. Hızlı hızlı yürürken, bir taraftan da düşünüyorum 13 saatlik baskından yıldırım hızıyla beraat mi çıktı yani? Adliyenin önü kalabalık. Bir gün önce rektörlerini üniversitede bekleme kararı alan tüm öğretim üyeleri bugün burada. Ellerinde karanfiller. Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Üyeleri de kapıda. Çoğu kadın. "Sivil insiyatif yok" diyor bir tanesi. Diğeri keskin bir dille cevap veriyor. "Nasıl olsun ki? Biz de çocuklarımızı böyle yetiştirmedik mi sanki? Aman sus aman karışma, aman olaylardan uzak dur diye. Hep bizim başımıza gelen onların başına gelmesin diye sakındık. Ne oldu? Susturulmuş bir toplum çıktı ortaya, tepkisiz, duygusuz, sessiz." Aklım hala davada. Şaka değil. Tam 13 saat lojmanda arama yapıldı. Sonuç? Yargıç "İnandırıcı delil yok" demiş. Rektör kapıda gözüküyor. Yorgun, bitkin. Alkışlar başlıyor. Bir an yüzünü kaldırıp kalabalığa doğru bakıyor. Gözleri yaşlı, kıpkırmızı. O sırada müze müdürünü görüyorum. Peşinden koşuyorum. Amacım iddiaları sormak. "Rektör tarihi eser kaçakçılığı hakkında suçsuzdur, çoğu eser tarihi bile değildir diye bir rapor verdiğiniz doğru mu? Hatta bu rapor yüzünden hakkınızda soruşturma açıldı mı?" Müze müdürü tabana kuvvet. Hiçbir şey dinlemiyor. Rektörü taşıyan ambulans gidiyor, kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlıyor. "Haydi" diyorum Ercan'a. "Üniversiteye"... Neymiş şu putlar bir görelim bakalım. Hikayeyi baştan alayım. Van'a geldiğimden beri önüme gelene Rektör Yücel Aşkın hakkında ne düşündüğünü soruyorum. Vanlıların tepkisi ortak. "Dini bütünlere Hıristiyanlık öğretiyorlarmış orada." Nasıl yani? "Öğrencilere para karşılığı Hıristiyan dinini öğretiyorlarmış. Misyoner faaliyetlerde bulunuyorlarmış. Ayrıca orada putlar var. Putlara tapıyor onlar." Ne putları? Çoğunuz "Cahil insanların sözleri bunlar" diye gülüp geçebilirsiniz. Geçmeyin çünkü Hıristiyanlık propagandası yapıldığını dair iddialar Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel'e yöneltilen suçlamalar arasında. Van Savcılığı tarafından yönetilen soruşturma kapsamında Ayşe Yüksel'e Hıristiyanlık propagandası yapılıp yapılmadığı sorulmuş, ayrıca erkek ve kız öğrencilerin birlikte oturması için ev tutup tutmadığı da merak edilenler arasında. İyi mi? Rektör her ne kadar dış kredili tıbbi cihaz alımında yaptığı yolsuzluk nedeniyle yargılanıyor olursa olsun Vanlıların umurunda değil. Onların cümleleri aynı "Dini bütünlere karşı suç işlediler, Hıristiyanlığı öğrettiler, putlara tapıyorlar." Nedir bu put meselesi peki? Yola çıkıyoruz. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van'ın yaklaşık 15 kilometre dışında. Girişte bir Jandarma Karakolu var. biraz ilerleyince karşınıza tüm heybetiyle çift minareli bir cami çıkıyor. Evet yanlış okumadınız, kampüsün içinde. Peki putlar nerede? Hikaye basit aslında. Üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi 10 Mayıs -8 Haziran 2002 tarihleri arasında "1. Uluslararası Kireçtaşı Heykel Sempozyumu" düzenliyor. Sempozyuma İtalya, Fransa, Belçika, Japonya, Bulgaristan, Kanada, Ukrayna, Litvanya ve Türkiye'den birer heykel sanatçısı katılıyor. Buraya kadar tamam. Asıl kıyamet yapılan heykellerin üniversite kampüsüne yerleştirilmesinden sonra kopuyor. Özellikle Ukraynalı ünlü heykeltıraş Yuliy Sinkevych'in eseri bir kesim tarafından haça benzetilince tartışmalar başlıyor. Özellikle yerel basının körüklediği put benzetmeleri yayıldıkça üniversite yönetimi açıklama yapıyor. Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zühre Şentürk şöyle diyor: "Heykellerin haç şeklinde olduğu yönündeki haberler sadece rektörü yıpratmak içindir. Şeriat özlemlerine kılıf arayanlar, cahil cesaretinden nasıl bir pay çıkarmayı ummuştur sorusu insanın aklına geliyor. Heykellerin hiç birinde haç motifi yoktur." Haç motifi taşıdığı iddia edilen heykel aslında neyi anlatıyor? Bırakalım bu soruya yanıtı heykeli yapan isim versin. "Çalışmamın ismi 'Bin Yılların Kanatları'. Van ve çevresindeki topraklardan birçok kültür gelip geçmiştir. Bunların bir süre sonra canlanarak kanatlandığını anlatmak istedim. Ayrıca bu eser bir kaide üzerine oturtulmuştur." "Put" denilen heykelleri tek tek inceliyorum. Ercan da fotoğraf çekiyor. Haç olduğu iddia edilen heykele dayanıp poz verdiğim gören temizlik görevlileri "Tövbe tövbe" diyerek ayrılıyorlar yanımızdan. Yani Van'da işler hiç de öyle uzaktan gözüktüğü gibi değil. Üniversite hakkında uydurulmuş bir çok hurafe bugün hala etkisini sürdürüyor. Vanlıların bir bölümü rektörün ne olacağıyla ilgilenmiyor bile. İsmini duyduğu anda tepki veren, küfür eden, "kafirler" diye söylenen bir kesimin olduğunu da yadsımamak gerek. Peki ya öğrenciler? Onlar kararsız. Kimi "Yatsın içerde" derken suçun ne olduğundan habersiz. Bazıları ise Yücel Aşkın "Üniversiteyi üniversite yapmaya çalıştığı için cezalandırılıyor" diyor. "Aşkın'dan sonra Van'a modernlik gelmişti." Fazla konuşamıyor "Dersimiz var, Oya Hoca'nın dersi" diyerek yanımdan ayrılıyorlar. Karmakarışık duygular içindeyim. Hangi Oya Hoca? Oya Aşkın mı? Hani rektörün eşi... O bir gün önce kocası tahliye olamadığı için bir damla gözyaşı dökmeyen ama gözlerinden canının yandığı belli olan, o güçlü kadın mı... Gerçekten mi... Her şeye rağmen. Derslere giriyor mu... Van'da bir gün daha bitiyor. Bir sonraki duruşma iki hafta sonra. Otele gidip eşyalarımı toplarken bir öğretim üyesinin söylediklerini düşünüyorum. " Van'ı anlamak için burada yaşamak lazım. Hep taraf olmak zorundasınız. Hep birilerinin arkasında sağında solunda. Rektör özgür düşünün deyince olmadı tabii. Birileri beğenmedi."

Sevgili arkadaşlar şu anda Berlin'de yaşayan Yücel beyin öğrencilerinden Susam Dündar' Işık'ın Almanya'da yayınlanan Post Gazetesi'nde yer alan yazısı aşağıda... Arkadaşımız aynı zamanda Hakki Keskin (Federal Milletvekili) ile görüşmüş. Onun da bu konuya ilgi gösterecegine söz verdiğini bildiridi. Ayrıca  Alman SPD'nin (Sosyal Demokratlar) bir seyler hazirlamaya calistığını ifade etti.

Nalan Akgün

http://www.postgazetesi.com/c/ho.asp?id=5102
22.12.2005   Deutsch
 

Melih Aşık

Van'da adalet...

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın, beklenenin aksine dün tahliye edilmedi, tutukluluk halinin devamına karar verildi.

Bir rektör 6 ay hapiste kalırsa rektörlüğü düşüyor. Yücel Aşkın'ın hapiste 6 ay kalması kuşkusuz birçok kişiyi memnun edecek.
Özellikle de Rektör'ün Van'da irticai örgütlenmeye karşı mücadele etmesi ve ihaleleri AKP yandaşlarına vermemesinden rahatsız olanları...

O kişilerin adamları, dün Van'da Adliye'nin karşısında toplanmış, Rektör'e hortumcu, hırsız diye hakaretler yağdırıyordu. Rektör Yücel Aşkın bitkin vaziyette Adliye'den ayrılırken ambulansın çevresini sardılar, yeni bir Sivas olayı yaşanmasına ramak kaldı.

Van'daki adalet sürecine küçük bir örnek... Van Tabip Odası, üç gün önce yayımladığı bildiride Yücel Aşkın'ın yattığı YYÜ Araştırma Hastanesi Başhekimi ile ilgili suç duyurusunda bulunuyor. Başhekim'in kamuoyunu etkilemek için Yücel Aşkın'ın durumunu ağır gösterdiğini öne sürüyor.

Bu şikâyeti yapan Van Tabip Odası Başkanı Doç. Özkan Ünal, aynı zamanda Yücel Aşkın davasında bilirkişi olarak görev yapıyor. Anlayın gerisini...

Van'da olup bitenler Türkiye'nin vicdanını sızlatıyor. Hükümet varılacak acı sonuçlardan yarar umuyorsa çok yanılıyor.

Nail Güreli 14 Aralık 2005 Milliyet

 Soruşturma üzerinden tutukluluğa prim

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın, çektiği onca çileden sonra, nihayet bugün yargı önüne çıkarılıyor.
Geçen haftaki yazımızda Van olayını irdelerken, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in bir sözünü eleştirmiştik. Çiçek, İstanbul'da bir toplantı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlarken, intihar eden Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'nın tutukluluk süresinin uzamasına ilişkin olarak, bazı soruşturmaların 10- 20 yıl bile sürebileceğini söylemişti. Oysa, söz konusu olan, tutukluluğun sürmesi.
 

Bir Adalet Bakanı'nın, soruşturmanın 20 yıl sürebileceğinden söz etmesi, yargıya karışma (müdahale) niteliğindeydi. Hele Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın da yargı önüne çıkarılmadan aylardır tutuklu olduğu bir dönemde, bu sözler yargıya dolaylı yol gösterme, telkinde bulunma sayılabilirdi.
İşte biz bunu eleştirdik.
 

Yazının çıktığı gün Bakan Çiçek telefon edip, böyle bir söz söylemediğini ileri sürdü.
Bu sözlerin üç hafta önce yayımlandığını söyledik. Bakan, söylemediğinde ısrar etti. Bu sürede bir açıklama göndermediği için, haberin doğruluğunu düşünerek yazımıza kaynak aldığımızı belirttik.
 

Konuşmamız sırasında Bakan, açıklama gönderdiğinde gazetelerin koymadığını söyleyerek yakındı. Bu arada bizim "deneyimli, sorumlu, ciddi bir gazeteci" olduğumuz yolunda iltifatlarda bulundu, köşe yazılarının bir "kaynak" olarak kaldığını söyledi.
 

Bir sonraki yazımızda düzeltme yayımlayacağımızı vaat ettik.
Fakat yine de Bakan Çiçek'in "deneyimli, sorumlu, ciddi gazetecilik" tanımlamasına uyarak, bir araştırma yaptık. Önce, 15 Kasım tarihli Milliyet'te haberi imzasıyla yayımlanan muhabir arkadaşımız Tahsin Aksu'ya sorduk. Bakan'ın sözlerini kulağıyla duyduğunu söyledi; yani bir başka kaynaktan aktarma değildi.
 

Milliyet'in haberine elbet güveniyorduk, ama Bakan'ın iddiası üzerine, ajans haberlerini de taradık. Hatta DHA ve CNN Türk televizyonundaki arkadaşlarımız da seferber olup, l4 Kasım'da yayımlanan haber filmini buldular. Görüntülü ve yazılı kaynaklar Bakan Çiçek'in "bazı soruşturmaların 10-20 yıl sürebildiğini" söylediğini kendi ağzından doğruluyordu.
 

Bakan'ın sözleri, soruşturma üzerinden tutukluluğa destek şeklinde yorumlanmaya açık. Bizce, Bakan'ın konuşmaması doğru olurdu.


 MERAL TAMER 14.12.2005 MİLLİYET

Türk yargı sisteminin 2 sınavı

Bu hafta tüm projektörler yargının üzerinde. Van Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın bugün Van'da, yazar Orhan Pamuk cuma günü İstanbul'da yargılanıyor.
Aşkın davası, adil yargılanma hakkı ve hukukun üstünlüğünün çetin sınavı olacak. Pamuk davasında ise yargının, ifade özgürlüğüne bakışı sınanacak.

Orhan Pamuk davası için gerek Türkiye'de, gerekse Avrupa'da ve hatta dünyada kilit noktalardaki geniş bir kitle seferber olmuş durumda. Yarın Avrupa Parlamentosu'ndan bir heyet salt bu nedenle İstanbul'a geliyor. Çok da iyi ediyor...
Aşkın içinse Türkiye'de geniş bir tepki cephesi oluştuğu halde, yeterince seslerini duyuramıyorlar. Çünkü organize değiller. Çaresizlik içinde birbirleriyle haberleşiyorlar. Eh, Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bir rektör, elleri kelepçelenerek hapse konulduğu için bu konuda bir deneyim, birikim, bir ezber yok tabii... (Temennimiz bundan sonra da olmaması). Dolayısıyla Pamuk davasında olduğu gibi dört dörtlük dosyalar hazırlayıp, Avrupa'da konuyla ilgilenebilecek tüm mercilere anında iletmeyi bilemiyorlar...

AB neden sus - pus?
Avrupa Birliği'nin Aşkın konusundaki sessizliğinin bir nedeni, AKP hükümetinden bilgi istediklerinde "Bu bir yolsuzluk davasıdır, birkaç üniversite rektörü daha sırada..." yanıtını almış olmalarıysa, diğer nedenlerinden biri de pekâlâ Aşkın davasının içyüzüyle ilgili olarak bugüne dek doğru - dürüst bilgilendirilmemiş olmalarıdır. Buradan çıkarılacak dersler vardır.
 

Ama bizim yıllardır izlediğimiz AB, ne iktidar kanadından gelen bu tür yanıtlara pabuç bırakır, ne de yeterince bilgilendirilmediği bir konuya sırtını çevirir. Bizim bildiğimiz AB, kendi öncelikleri doğrultusunda araştırmalarını yapar, kendi istediği sonuçlara ulaşır ve "gerekçesini" de açıklayarak pozisyon belirler!
Evet, Türkiye'deki her konuda söyleyecek sözü olan AB Temsilcisi Hansjörg Kretschmer, konu Van olunca "yargıya müdahale" ilkesini hatırlatmakla yetindi durdu. Ülkemizde kuş uçsa müdahil olan AB Komisyonu sus - pus.

Akpınar'ı şaşırtan...
Bu durum, yılların usta sanatçısı Metin Akpınar'a dokunmuş. E - postamda biriken Aşkın'la ilgili mesaj dağları arasında Akpınar'ınkini sizlere aktarmak istiyorum:
"Yücel Aşkın'ın uğradığı büyük haksızlığa karşı köşenizde yürüttüğünüz kampanyayı canı gönülden destekliyorum. Beni hayrete düşüren, aleyhinde dava açılan Orhan Pamuk'a haklı olarak bu kadar sahip çıkan AB'nin, neden Aşkın'a destek vermediğidir.
 

Acaba Yücel Aşkın Kemalist olduğu için mi?
Sizden bir ricam var. Yücel Aşkın'la ilgili e - mail gönderebileceğimiz AB üst düzey yöneticilerinin adreslerini köşenizde yayınlar mısınız?"


Aşkın, tutuklanması ve kendisine yönelik suçlamaların sorulması üzerine şunları söyledi: 

"Sheakspeare'in tiyatrosundan Descartes'in ve Kant'ın felfesesinden Bach'ın çello sanatlarından Van Goghe'un renklerinden Guiseppe Umberetti'ni dizelerinden çıkara çıkara İngmar Bergman'ın, Anna Kava'nın ve Franz Kafka'nın dünyasını üretmiş bir varlık için hiç şaşırtıcı değil. Hiçkimseye kırgın değilim beni ihbar edenler dahil. Vaktiyle Çetin Altan eski bir yazısında 'birkaç yüz kelimeye sığıyorsa dünyanız, bakmayın Matisse'nin balıklarına' demiştir. Bu kişiler keşke Matisse'in balıklarına bakmayı başarabilse.Onlar için üzgünüm sadece."

Milliyet 30 Aralık 2005, Cuma


 

Sayfa Başı