|
Konu başlıklarına tıklayarak ilgili bilgiye erişebilirsiniz.
#KAMUOYUNA ÇAĞRI VE DUYURULAR
YÜCEL AŞKIN'A MEKTUPLAR
BASINDA
YÜCEL AŞKIN
KÖŞE
YAZARLARI
|
|
KAMUOYUNA ÇAĞRI VE DUYURULAR
Bizler, ülkemizin gerek üniversite ve gerekse hukuk
gündeminde çarpıcı çelişkilerin yaşandığı Yüzüncü Yıl
Üniversitesi'ndeki gelişmeleri yakından görmek ve tanık
olmak amacıyla bir araya geldik. Hiçbir resmi ve sivil
örgüt yönlendirmesi olmaksızın bütünüyle farklı meslek
ve çalışma alanlarından kişiler olarak Cumhuriyet
değerleri üzerinde fikir birliğine varan yurttaşlarız.
Bizler gibi Van'daki olaylara tanıklık etmek isteyen çok
sayıda sağduyulu yurttaşın varlığından haberdarız.
Türkiye son birkaç yıldır içeriden ve dışarıdan
kaynaklanan, ülkenin birlik ve bütünlüğüne, laik ve
demokratik hukuk devleti yapısına yönelik saldırılarla
karşı karşıyadır. Bu saldırılar son günlerde
üniversiteler üzerinde yoğunlaşmıştır.
Kurgulanan senaryonun, üniversiteleri kamuoyu önünde
küçük düşürmeye yönelik olduğu açıktır. Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın şahsında
yaşanan trajik olayların diğer üniversitelere de
sıçrayacağına ilişkin pek çok işaret verilmiş
durumdadır.
Çağdaş hukuk devletinin evrensel değerlerini bilenler,
Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın suçlandığı 235 sayfalık
iddianameyi okuduklarında, bu iddianamenin politik
koşullanmalar, bağnaz saplantılar ve kör bencilliklerle
dolu bir hesaplaşma metni olduğunu hemen göreceklerdir.
Prof. Dr. Yücel Aşkın olayında somutlaşan durum
göstermiştir ki, demokratik toplum değerleri ve evrensel
insanlık erdemleri gelecekte de tehlikeli biçimde
yıpratılmaya devam edecektir.
Sizleri günlük politik çıkarların gölgesinde
gerçekleştirilecek tüm benzer uygulamalara karşı aklın
ve bilimin ışığında tek yürek olmaya çağırıyoruz.
Çağdaş Türkiye İçin Yurttaş Girişimi
16.12.2005
Saygıdeğer
Yücel Aşkın destekcileri,
lütfen adres
üzerine tıklayın ve sayfayı açarak inceleyiniz.
Artık
iletilerinizi bu sayfa üzerinden gönderiniz.
İletileriniz bu yolla daha kolay birbirimize
ulaşacaktır.
beyazkurdele
destek grubu
KAMUOYU
DUYURUSU
16.11.2005
Van’a Sahip Çıkmak, Cumhuriyet Üniversitelerine Sahip
Çıkmaktır...
AKP
İktidarı’nın üniversiteleri kuşatma harekatı ‘türban
inadı’ ile pekiştirilirken Van’dan gelen son haber,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi dramını bir kere daha gözler
önüne sermiştir. Hakkında yedi ay önce soruşturma açılan
ve dört aydan fazla bir süredir mahkemeye çıkarılmadan
Van Kapalı Cezaevi’nde tutuklu olarak bekletilen Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver
Arpalı’nın intihar haberi ve Rektör Yücel Aşkın’ın halen
ciddiyetini korumakta olan sağlık durumu tüm
üniversitemizi derinden etkilemiştir. Van’da
yaşananların bu noktaya varmış olması kabul edilebilir
bir durum değildir. Soruşturmadaki usul tartışmaları
hala canlıyken yaşadığımız bu kayıp, olayın arka planını
bir kez daha düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.
AKP Hükümeti, üniversiteleri skolastik düşünceyi egemen
kılabileceği ticari birer güç alanı olarak görmeye devam
etmekte ve bu yolda önüne çıkan engelleri ne pahasına
olursa olsun aşmaya çalışmaktadır. Çağdaş bir üniversite
düşünü yaşama geçiren Rektör Yücel Aşkın ve çalışma
arkadaşları, yollarına çıkan çetin bir engel olmuştur.
ODTÜ Öğretim Elemanları olarak aynen Yüzüncü Yıl
Üniversitesi’ndeki meslektaşlarımız gibi cumhuriyet ve
demokrasi ilkelerini sonuna kadar savunacağımızdan
kamuoyunun emin olmasını isteriz.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne yönelik sindirme harekatı,
cumhuriyet üniversitelerine verilmek istenen bir
gözdağıdır. Bağımsız olması gereken yargının baskı
altında olduğu şüphesini yaratan ve üniversite
yöneticilerinin henüz soruşturma sırasında alelacele
tutuklanarak cezaevine konulmasıyla gelişen onur kırıcı
süreç, üniversiteleri her alanda yıldırmaya çalışan
sistemli bir siyasetin, devamı gelecek bir ara aşaması
olarak görünmektedir.
Tüm bu kargaşa ve siyasal komplo ortamında sahte,
bilimdışı gündemlerle üniversiteler bilinçli olarak
temel işlevlerinden alı konmakta; cumhuriyetçi
duyarlılığı yüksek olan akademik çevrelere ve yüksek
öğrenim kurumlarına zarar verilmektedir.
Kesin olan olgu, sahneye konan gerici senaryoya karşın,
Mustafa Kemal Atatürk’ün Üniversite Reformu’yla
1930’larda çok derinlere kök salmış olan Türk
üniversitelerindeki aydınlanmacı direncin her dönem
etkin ve diri kalacağıdır.
Bu gerçeği bir kez daha hatırlatır, yaşadığımız bu acı
olay nedeniyle başta Yüzüncü Yıl Üniversitesi olmak
üzere tüm üniversite camiasına başsağlığı ve Prof. Dr.
Yücel Aşkın'a acil şifalar dileriz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği
Yönetim Kurulu |
Van’da
Hukuk Faciası 24 Aralık 2005
Prof. Dr. Tolga Yarman
14 Aralik'ta Van'da, tam bir "hukuk faciasi" yasandı...
Ortada, oncesinden itibaren, bir “tezgâh” oldugunu
görmemek için, kör olmak gerekiyor.
"Tezgâha"; artik hiç bir suphem yok ki; en once siyasi
düzlemde dehşetli bir kasıtla Bakanlıklar düzeyinde,
nufuzlar kötüye kullanılmak suretiyle, meydan verilmiş
bulunulmaktadır...
Soz konusu üst düzey eşhasın, nufuz istismari
suretiyle, Yucel Askin'a yaptiklari, demek ki, Turkiye'de
kime istenirse, yapilabilir... Durum bu kadar vahimdir...
Olay hakkinda, "Meclis Sorusturmasi" istenmelidir.
Içi (gözlerimle ve kulaklarımla tanik olmuş olarak ifade
ediyorum), bombos olan iddianameleri, kim, ya da kimler,
hangi basiretle, hangi vicdanla, hazirlamıştır?
Dava Dosyası’nın, Yükseköğretim Kurulu’na, muhakeme
musaadesi istihsali icin yollanma gereğinin önüne
geçebilmek icin, kim ya da kimler, ancak bir terör
örgütünün verecegi hukuksal resme, Rektör Yucel Askin'i
ve calisma arkadaslarini hiç duraksamadan, binbir
zorlamayla, icbar etmek suretiyle, davanin ağır ceza
zemininde gorulmesini temin etmede, gayretler uzerine
gayretler sarfetmislerdir?
Birbirinden tutarsız, birbirinden illetli iftiralari, kim
ya da kimler, nasil, hangi curetle tezgahlayabilmis,
vahimi, kim ya da kimler, bunlara gerekli arastirmayi
yapamadan, sorusturmayi gerektiğince derinleştirmeden,
itibar etmis ve haklarinda dişe dokunur tek bir somut
karine dahi bulunmayan guzel insanları, tutuklu ya da
tutuksuz, agır ceza salonlarında, demir parmakıklı
bolmedeki sanik sandalyelerine oturtmuştur?..
Bir hukukcu olan Cumhurbaskani'ndan, Cumhurbaskanligi
Denetleme Muessesesi'ni, harekete geçirmesi, talep
edilmelidir. Söz konusu tezgâh, Bakanlıklar düzeyinde
verilecek talimatlar olmadan, kolay kolay
gerçekleştirilemez…
Hangi Bakanlar, Van’da Üniversite’ye, tekmil, emniyet
birimlerini sevketmişlerdir? Operasyonda, İçişleri
Bakanı’nin dahli nadir? Van’lı Milli Eğitim Bakani’nin
dahli nedir? Savciların, olaya orgütlü çete resmi
biçmesinde, Adalet Bakanı’nın, dahli nedir?
Siyasi baskı olmadan, mümkün değil, olmayacak (benim
bildiğim, Türkiye’de en olağanüstü dönemlerde dahi, hiç
olmamış) şu tezgah, devlet görevlilerine hangi siyasi
baskılar uygulanmak suretiyle, becerilebilmiştir?
TBMM, başta Değerli Hukukçu Başkanı ile, konunun üstüne
behemahal eğilmelidir.Olay, çeşlitli boyutlarıyla
soruşturulmalı, siyasi nüfuz istismarı, aydınlatılmalıdır.İlgili
Bakanlar hakkında, "gensoru
önergeleri" verilmelidir. Görev
istismarı sabit görülenler, muhakkak, Yüce Divan'a
sevkedilmelidir...
Pabuç, o kadar ucuz degil!.. Biz ne acaip mahluklarız?
Semdinli'de, "derin devletin uslanmazlıklarını", üzerinde
elbette durulmayı gerektiren gerekçelerle eleştirenler,
dakikasında, siyaseten var guclerini kullanıp, yalnizca
dedikodu ve fantazi duzleminde urettikleri uyduruk
gerekcelerle, yandaslarina kestirmeden, yer açabilmek,
giderek mevcut ölçütler itibariyle, hakedilmemiş olacak
menfaat sağlamak, bunun için ise, onların önlerindeki
"üniversite yonetim engelini" ortadan kadırmak amacıyla,
devletteki konumlarını, ayan beyan istismarla,
universiteye baskınlar düzenleyip, oradaki "yasal
yonetimi", “tehdit” ve “şiddet” uygulayan, “çikar temini
maksadıyla bir araya gelmiş, örgütlü bir cürüm sebekesi"
olmakla suçlayarak, pervasızca, tutuklatmakta, binlerce
yıl hapis cezası istemiyle, agır ceza sureçlerine taşımayı
becererek, üstüne üstlük, "Adaletin tecellisine hangi
hakla karışıyorsunuz?" diye etraflarina, hiç hicap
duymaksızın tafralar atarak, "savcılık", "soruşturma",
"ifade", "hapishane", "hastane", gayyalarında, sürüm sürüm
yargılatmaya, tevessül edebilmektedirler...
Turban icin üzerinde elbette durulmayı gerektiren
gerekcelerle, "ozgurluk" isteyenler, Rektör Yucel
Askın'ın, hiç bir makul gerekçe olmadan tutukluluğunun
devamı icin, Genel Sekreter Yardımcısı'nın hapishanede,
hemen neredeyse, intihar suretiyle degil, Yucel Askın'ın
direkitifi ile öldürüldügünü, tüyleri diken diken eden bir
ilkellikle, avukatları marifetiyle ileriye
surebilmekteler...
14 Aralik’ta, Van’da, bir yaşıma daha girdim...
"Tutuklama halinin" devamina iliskin gerekçe ise, kimi
olsa, ihitiyarlatırdı:
- Orada bulunan "dort sanığın" daha dinlenmemiş olması!..
Buydu, kendini pırıl pırıl bir belagat, insicam,
yüreklilik, erdem, yumuşaklık, ama aynı zamanda
tavırlılıkla savunan ve inanıyorum, duruşmada hazır
bulunan herkesin, masumiyetine, bir kez daha hükmetmesine
imkân bahşeden, Değerli Yucel'in, en az on beş gün daha
kodese tıkılmasının gerekçesi!..
Ya zırt pırt, olur olmaz bu topraklarda bitiverip, “AB’li
talkım hocalarımıza”, ne demeli?..
Ee tabii, bir gün arayla, hem Istanbul, hem Van, bir parça
yorucu olurdu!
Sözlerimi iyi bir haberle bitireyim...
Durusmayı, baştan sonra izleyen, Istanbul Barosu Başkanı
Ak Saçlı Delikanlı Kazım Kolcuoğlu, Istanbul'a donerken,
Türban icin "ozgurluk" isterken, Rektor Yucel Askin'in,
hic bir makul gerekce olmadan tutuklulugunun devami icin,
"Genel Sekreteri Yardımcısı’nın hapishanede, hemen
nereseyse, intihar suretiyle degil, Yücel Askin'in
direktifiyle oldürüldüğünü", tüyleri diken diken eden bir
ilkellikle, savunan Istanbul Barosu'na kayıtlı avukatlari,
Van'da, duruşma arasinda tedip etmekten mâdâ, onlar
hakkinda behemahal "Meslek ahlâkini ihlal" dolayisiyla,
soruşturma açtırtacağını belirtti...
Türkiye’de şükür hukukçular var; hakimler var…
Profesör Yücel Aşkın, bilmem kaç yüz parça arkeolojik eser
kaçakçılığı suçlamasıyla, çıkartıldığı davanın daha
birinci duruşmasında beraat etti.
Işte bir hukuk müjdesi daha…
Her ne pahasına olursa olsun, Van'da aydınlık günler
uzakta degil...
BASINA VE KAMUOYUNA DUYURU
(Bir doktor
tarafından bana gönderilen ve Van kökenliler ile diğer
“Müstafi Şefler”in bir gecede nerelere atandıklarını
listesini içeren maili aynen aktarıyorum.)
“Ankara’daki VAN 56 gündür bir rektör tutuklu
bulunuyor ve hastanede bitap halde yatıyor.
Kendisini
ziyarete gelenlerle bile milletvekilleri araya girince
savcıdan izin alarak görüşebiliyor. Adi bir suçtan
yargılanıyormuşçasına kendine zulüm ediliyor. Biraz daha
ileri gidilse başında olduğu üniversitede Atatürkçü bir
gençlik yetişsin diye irticaya karşı savaştığı için
mevcut iktidar tarafından aforoz edilecek. Bir yanda
Atatürkçü tutuklu bir rektör diğer yanda irticacı
öğretim görevlileri… Peki ya bu ülkeyi bulunduğundan
daha geriye götürmek isteyen öğretim görevlileri tayfası
ne alemde. Hemen söyleyelim; iktidarın sayesinde asıl
takibe alınması gereken belki de ellerinden eğitimci
kimliği alınması gereken Van’daki bu tayfa Ankara’nın,
başkentin göbeğinde bir hastanede yuvalanmaya
başlamıştır. Bu hastane belki de ismi daha önceden
duyduğunuz Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma
hastanesidir. Ne yazık ki Atanın ismiyle uzaktan
yakından alakası olmayan bu hastanenin kurucu başhekimi
(halen görevde) Van Yüzüncü Yıl kökenli Prof. Dr. Nihat
Tosun’dur. Durun daha bitmedi. 1. GÖZ KLİNİĞİ Şefi Doç.
Dr. Şaban Şimşek, 1.KARDİOLOJİ KLİNİĞİ Şefi Doç. Dr.
Mehmet Bilge, KBB KLİNİĞİ Şefi Doç. Dr. Ahmet KUTLUHAN
Van Yüzüncü Yıl kökenlidir. Bunun yanında Nur tarikatına
yakınlığıyla bilinen Fatih Üniversitesinden KADIN
HASTALIKLARI VE DOĞUM KLN. Şefi Doç. Dr. A. Filiz Avşar,
PLASTİK CERRAHİ KLN. Şefi Op. Dr. Mehmet Oğuz Yenidünya
, ÜROLOJİ KLİNİĞİ 1 Şefi Doç. Dr. M. Derya
Balbay’ da
bu hastanede görev yapmaktadır.İşin daha ilginç kısmı
Cumhurbaşkanlığından dönen ama başka bir kanun içinde ek
madde olarak geçirilen Profesör ve doçentlerin sınavsız
Şef yapılması kanunuyla bir gecede şef olan yeni bir
tayfa daha bu hastanede göreve başlamıştır.
Enteresan
olan Yücel aşkın olayından sonra Van Yüzüncü Yıl’dan peş
peşe ayrılan 5 öğretim üyesi Dr.Ahmet Metin dermatoloji
Şefi, Dr.Ömer Anlar, Nöroloji Klinik Şefi, Dr.Mehmet
Emin Sakarya Radyoloji, Dr. Nevzat Serdar Uğraş 2.
Patoloji Kln. Şefi, Dr.Süleyman Alıcı Onkoloji kln.
Şefi, Fırat Üniversitesinden Dr.Ziya Cibaşi Açıkgöz
Mikrobiyoloji Kln.Şefi, Dr. Mehmet Faik Özveren 2.
Nöroşirurji Kln Şefi, Erzurum Atatürk Üniversitesinden
Dr. Engin Bozkurt Kardioloji Kln Şefi, Dr. Ahmet
Taşyaran Enfeksiyon Kln Şefi olarak direkt bir gecede
Şef olmuş ve Ankara da başkentin göbeğinde eğitim verip
veremeyeceğine bakılmaksızın alelacele yapılan
gecekondular gibi bir günde kendilerine klinikler inşa
edilmiştir. Şimdi şunu sorgulamak lazım neden bu öğretim
görevlileri tek bir hastanede toplanıyor?
Bunda ki
amaç nedir? Bunların hepsi bir rastlantı mıdır? Hiç
sanmıyorum. Bunların hepsi planlı bir işin parçalarıdır.
Van’daki irtica çetesi Başkentte Ankara’daki Van’ı
kurmaya çalışıyor. Hükümette buna destek veriyor. Sağlık
bakanlığı doğudaki doçentleri ve profesörleri bir gecede
şef yapıp büyük illere atarken bir yandan da doğudaki
illerde mevcut üniversitelerde Profesör Açığı var
diyerek doğuya rotasyonla öğretim görevlisi göndermeye
çalışıyor. Bu da yetmezmiş gibi 15 tane daha üniversite
açmaya çalışıyor.
Bu ne perhiz
bu ne lahana turşusu…Eğer ki bizler(doktorlar,
tabipler birliği, medya ve sevgili halkım) daha sessiz
kalmaya devam edecek olursak ileride içine dahi
giremeyeceğimiz tamamen yabancılaştığımız
hastanelerimiz, eğitim ve öğretim kurumlarımız olacak.
Ve yarın
geç olacak. Bu olanlara bir dur dememiz lazım…”
(Not: Yakında bu hastanede “İslami Sağlık Hizmeti
Modelini” kuşkusuz göreceğiz!)
Prof.Dr.Mehmet Neşşar
Cumhuriyet Halk Partisi
Denizli Milletvekili
12
Aralık 2005 |
YÜCEL AŞKIN'A MEKTUPLAR
Prof. Dr. Sayın Yücel Aşkın,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü
Bugüne deyin hiç kimsenin ve hiçbir yönetimin çağdaş
düzeye, değil ulaştırmak, yaklaştırmak için bile çaba
göstermediği yada göstermek istemediği Doğu Anadolu, Van
ve Yüzüncü Yıl Üniversitesine başından beri vermiş
olduğunuz emeğin , Türkiye’ ye bilim, sanat, kültür
alanında yaptığınız öncülüğün , Atatürk ilke ve
devrimlerine bağlılığınızın hepimiz bilincindeyiz. Her
koşulda sizinle olduğumu, görüşlerinizi ve savaşımınızı
sonuna kadar desteklediğimi haykırmak istiyorum. Sizi,
yaptıklarınızdan ve başardıklarınızdan dolayı yürekten
kutlarken, başarma, pes etmeme duygu, düşünce ve ruhunu
asla yitirmemenizi diliyorum. Çağdaşlığa, uygarlığa ve
hukuka karşı olanlarla savaşımızda yalnız olmadığınızı
da altını çizerek vurguluyorum.
Bugün, hukuk ilke ve kurallarını hiçe sayıp hukuku kendi
çıkarlarına çevirmeye ve kullanmaya çalışanlarla
Cumhuriyeti, Laikliği, Atatürk Devrimlerini ve bilimi
yok etmek isteyenler, gerçek anlamda işleyecek çağdaş
hukuk ilke ve kurallarının, başlarına neler
getirebileceğini, unutmamalıdırlar… Bugün, sayıları
sanıldıklarından çok daha fazla olan gerçek Cumhuriyet
insanlarını, onlardan korktukları ve çekindikleri için
ezmeye, yıldırmaya ve sindirmeye çalışanlar, bir gün
mutlak kendi kurallarıyla ezileceklerdir. Sonuna kadar
sizinle birlikte olanlar ve olacaklar adına
Sonsuz
saygılarımla…
Güneş Müftüoğlu
ODTÜ – Türk Dili Bölümü
Başkanı
Van! Van!
Prof. Dr. Tümer URAZ (09 Ararlık 2005, Cumhuriyet)
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki olaylar nedeniyle
hemen her gün basınımızda yoğun haber ve yazılara tanık
oluyoruz. Bir de 10 yıl kadar önce Van Gölü'nde olmayan
''canavar'' hakkında çıkan yazılar, bu sevimli ilimizi
gündeme oturtmuştu. O dönemde karşılaştığımız Vanlı
dostlar bunun
turizm açısından çok yararlı olacağını belirtiyorlardı.
''M Tipi Kapalı Cezaevi'' nde tutuklu bulunan
öğrencimiz, meslektaşımız ve arkadaşımız sevgili Prof.
Dr. Yücel Aşkın' ın durumu da umarım yalnızca Van'a
değil, tüm Türkiye'ye yararlı sonuçlar getirir. Birçok
kimsenin aklını başına
toplamasına da yardımcı olur.
Ben o yörenin insanıyım. Lisenin ilk iki sınıfını
Bitlis'te, son sınıfını da 50 yıl önce (1956-57 ders
yılı) Van'da okudum. O yıllarda da ramazan ayı, ders
yılı içine rastlamıştı. Birçok arkadaşımla birlikte ben
de oruç tutmuyordum. Ne bana ne de diğer oruç
tutmayanlara yolda, sokakta sigara içerken, sakız
çiğnerken uyarı yada tehdit geldiğini hatırlıyorum.
Gerek Bitlis'te gerekse Van'da oruç tutmayanlar için 1-2
lokanta ve kahvehane mutlaka açık olurdu. Ama gelin
görün ki Van Üniversitesi'nde, eski rektörlerden birinin
döneminde, bir öğrencinin oruç tutmaması nedeniyle
öldürüldüğünü, sanırım hiç kimse kolay kolay
unutamamaktadır.
Yukarıda andığım tarihte, Van'da ezan sesi duyuran bir
tek minare bile yoktu. Oysa Bitlis'te sayısı türkülere
de geçen 5 minare vardı. Bu eksikliği Vanlı arkadaşlara
hatırlattığımızda, ''Kavaklarımızdan birkaçının
kalınlaşmasını bekliyoruz, onları minare yapacağız''
derlerdi.
Üç yıl önce Van'a gittiğimde, sayamadım ama
Bitlis'tekilerin 2-3 katına yaklaşan sayıda minare
oluştuğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Nereden nereye!.. Televizyonda Ankara'dan giden
rektörleri ''yuhalayan'' ve çağdışılığı meziyet sayan
başı takkeli, bilinçsiz güruhu görünce kahrolmamak
mümkün değil. Bu olay bile Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın
ve arkadaşlarının ne koşullar altında görev yaptığını
çok açık bir biçimde
ortaya koymaktadır.
Enver Arpalı' nın ölümüyle oldukça trajik bir duruma
giren tutukluluk olayının, başta Yücel Aşkın olmak üzere
hiç kimsenin üzerinde sağlık yönünden olumsuz etki
bırakmamasını diliyorum. Prof. Aşkın, ben ve binlerce
ziraatçı gibi 1933'te Hitler' in zulmünden kaçıp
Türkiye'nin hoşgörüsüne sığınan bilim adamlarının
kurduğu Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün devamı, Ankara
Ziraat Fakültesi'nden mezun olmuştur.
SÖZÜMÜZ
VAR!
Yazıma başladığımda 16 Kasım 2005, Çarşambaydı. Yani
Van’a gelişimin altıncı yıldönümü. Biraz önce Rektörümüz
Yücel Aşkın’ın yargılanmasına ilişkin Van Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame basında
açıklandı. 1999 yılında bu tarih pazartesi gününe denk
düşüyordu. Ankara’dan gelip tarifi güç bir heyecanla
görevime başladığım o pazartesi aklımın ucundan bile
geçmezdi tam altı yıl sonrasında böyle bir mektubu
kaleme alacağım. Hep deriz ya yaşam! Ama o pazartesi
yaşamın bu denli acımasız, bu denli insanın kanını
donduracak, isyan ettirecek yüzünün de olabileceğini
düşünemezdim hiç şüphesiz.
Ben rektörümüz Yücel Aşkın’ı 15 yıldan bu yana
tanıyorum. Onunla ilk tanışmamız akademik ortamda
olmadı. Kendisinin kurduğu ve başkanlığını yaptığı bir
doğa sporları kulübünün üyesi olarak dağlarda gezerken
tanıdım kendisini. Bu ortamda tanışmanın ne demek
olduğunu ancak bu ortamı soluyanlar anlayabilir.
Çıkarsız, art niyetsiz, paylaşımcı, sevgi yüklü,
inançlı, heyecan dolu bir birlikteliktir doğa
arkadaşlığı. Doğa tutkusu olanlar bir tuhaf insanlardır.
Öylesine tuhaflıktır ki bu; rahatınızı, düzeninizi, hele
bir de gerçek bir sanatsever iseniz büyük kentin size
tanıdığı olanakları bile bir çırpıda iteleyip kalkar bir
idealle, bir coşkuyla Türkiye’nin en doğusuna
geliverirsiniz. Türkiye’nin en doğusundaki
üniversitesine. Buna herkes kolayına cesaret edemez ama
edeni de işte böyle yaparlar.
Sayın Aşkın, rektör olduktan kısa bir süre sonra
Ankara’ya gelerek bana Van’da birlikte çalışmayı teklif
etti. Oysa ben Ankara’da bir Üniversite değişikliği
yapmıştım. Doğal olarak yeni mekanımda akademik anlamda
yapmam gereken çok şey vardı. O gün bana Van’a ve
Üniversitesine dair düşünden söz etti; bu düş, uzun
zamandır kendi içinde yaşamını sürdürmeye bırakılmış
olan bu Üniversitenin çağdaş bir yaşam dinamiği içinde
Doğu Anadolu’ya ve hatta Türkiye’ye bilim, kültür ve
sanat alanında öncülük edebilecek düzeye ulaşması
üzerineydi. Çünkü Sayın Aşkın, bu yörenin zengin bir
bilim ve kültür mirasına sahip olduğunun bilincindeydi
herkesten fazla. ’’Orada da çok doğru insanlar var ve
onlarla el ele vererek bunu başarmak zorundayız. Doğunun
sana daha fazla gereksinimi var, akşama yanıtını
bekliyorum’’ diyerek yanımdan ayrıldı. Ben akşama bile
kalmadan kendisini aradım ve ‘’tamam hocam, geliyorum’’
dedim. Üstelik de bu yanıtı verirken ne Van’daki
Üniversiteye dair yeterli bir bilgim vardı, ne nerede
kalacağıma, ne de ne kadar maaş alacağıma dair. Ama bir
tek şeyi çok iyi biliyordum; Yücel Aşkın’n doğru adına
başarma hırsını, hiç pes etmeyen mücadeleci ruhunu,
herkesin kolayına sahip olamayacağı yüksek öngörüsünü,
insanı insan yapan aklı kullanma gücünü ama en önemlisi
yurdunun her köşesine olan sevdasını ve Atatürk
devrimlerine bağlılığını. Çevresine öyle bir inanç
yüklerdi ki en olmazı bile oldurabileceğinizi
hissederdiniz.
İşte bu inançla başladım Van’daki yaşantıma 1999
Kasımı’nda. Ama altı yıl sonra aynı gün basından
öğrendiğimize göre Rektörümüzün ilgili iddianamede 2000
yılın üzerinde hapsi isteniyor. Dahası Üniversitemizin
akademik ve idari dokuz üyesi için de sanık
olarak yargılanma kararı çıkmış. Kim bunlar? Ayşe Yüksel
Hocam; kendisini yurduna, yurdunun yarınları olan
gençlerine adamış idealist ve yürekli bir Cumhuriyet
kadını. Hasan Ceylan Hocam; Üniversite’nin kuruluşundan
beri zor koşullarda karşılık beklemeden hizmet vermiş,
en önemli özelliklerinin başında hiç şüphesiz ki
dürüstlüğü gelen gerçek bir öğretmen. Bir diğeri, çağdaş
ve laik çizgiden asla ödün vermeyen, gözü pek Fırat
Cengiz. Bir başkası, kurallara son derece uyumlu
çalışması ile tanınan genç bir profesör, Işık Tepe. Yani
Üniversitemizin rektör yardımcıları, dekanı ve genel
sekreteri. Sonrası da var; kendilerini düşündüğümde
ruhlarının aydınlığı ve güzelliği ile hep içimi titreten
bir çift, Şükran-Salih Yurtkuran ile çalışma arkadaşları
Bülent Şahin ve Saffet Kara. Onlar da Üniversitemizin
idari kadrodaki en çalışkan ve özverili bireyleri. Bu
dokuz sanık içerisinde bir de Enver Arpalı vardı,
genel sekreter yardımcımız. Sayın Arpalı’yı iyi de
tanırdım. Onun ne denli duyarlı, ne denli ince eleyip
sık dokuyan, ne denli dürüst, ne denli onurlu olduğunu
da çok iyi bilirdim. Ama artık o sanık olarak
yargılanamayacak.
Altı yıl önce Van’a gelirken işimizin çok kolay
olmadığını biliyordum ama bu kadarını asla. Yazımı
tamamlarken tarih, 24 Kasım oldu. Yani Öğretmenler Günü.
Bu gün tarif edilemez bir acı içerisinde yüreğim
sızlıyor; üniversitem adına, öğrencilerim adına, ülkemin
yarınları adına. Ancak bir şeyden çok eminim; yaşamını
bu ülkeye hizmet için ortaya koyabilecek yurtseverler
hep varolacaktır; her ne pahasına olursa olsun.
Yazımı sevgili öğrencilerime seslenerek bitirmek
istiyorum. Bizler, aynı ilke doğrultusunda yürüyenler,
hiç şüpheniz olmasın sizler için, yarınlarımız için
yolumuza duraklamadan devam edeceğiz. Bunun için
Mustafa Kemal Atatürk’e sözümüz var!
Prof. Dr. Zühre ŞENTÜRK
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
Sevgili
Hocam,
Bugünlerde
en büyük derdim yanınızda olamamak. Biliyorum ki
bizlerin ilişkisi fiziksel anlamda yan yana olmakla
sınırlı ve anlamlı değil. Aynı değerleri paylaşmak,
yaşamı bunların çerçevesinde oluşturmayı temel ilke
olarak benimsemek, ona göre davranmak ve bunun yarattığı
gönül yolculuğunu bir arada yürütüyor olmak ilişkimizin
asıl boyutlarını oluşturuyor. Ama şu anlarda oralarda
olamamak canımı çok sıkıyor.
Sizin (ve tabii ki Oya Abla'nın) bana öğrettiklerinin ve
yaşamıma kattıklarının değeri, bitirdiğim Üniversite
kadar güçlü ve önemli benim için. Bu anlamda attığım
hemen her adımda size duyduğum vefa borcunun izini
içimde taşırım. Bunlar benim kendimde sizle ilgili
olarak duyduğum hislerim ve algılamalarım.
Ama
sizin benim gözümdeki asıl değeriniz, bana
kattıklarınızdan kaynaklanmıyor. Siz, bu ülkenin
geleceğinin de değerli ve önemli olması yönünde
kattıklarınız için benim için bir meşalesiniz. Bunu, bir
başkası 13 Kasım 1918'de yüreklerimizde yakmıştı. O
gün, "geldikleri gibi giderler" derken, bunu size
güvenerek söylüyordu. İçinizdeki, düşüncenizdeki
aydınlığınız ve yaptıklarınızın bu vatana kattıkları,
bugün başınıza gelenlerin tek açıklamasıdır. Bu
düşüncemi ve algılamamı başınıza gelecek hiç bir şey,
alınacak hiç bir karar bundan sonra da değiştirmeyecek.
Sizin gözlerinizdeki ve heyecanınızdaki aydınlığı
yakından fark etme lezzetine varmış biri olarak, içinde
ne yazık ki bulunduğunuz durumun ne olduğunu çok iyi
biliyorum. Bir eğitimimde sizin bu yaptıklarınızdan söz
ederken bir katılımcı arkadaşımın söylediği gibi; "size
yapılanlar, sadece önümüzün daha çok aydınlanması ile
son bulacak"tır. Bu mücadeleyi biz kazanacağız.
Bir
ülke her şeye rağmen ayakta kalmaz. Koca
imparatorlukların çöktüğüne şahit olan tarih, ülkelerin
yok olmaları konusunda da birçok örnekle dolu. Ayakta
kalan ülkeler ise tesadüfler ya da önceden belirlenmiş
kaderleri nedeniyle değil, içinde yaşayanların onu
ayakta tutma mücadeleleri ile var olurlar. Siz, bu
ülkeyi ayakta tutan, belli değerlerin karanlığa ve
yobazlığa yenik düşmeden sonsuza kadar yaşamasında
ölçülemeyecek katkıları olan son derece değerli
birisiniz. Bu ülke ayakta duruyorsa sizin gibi insanlar
sayesinde duruyor.
Öğrettiklerinizin ve yaptıklarınızın keyfini ve
doyumsuzluğunu birlikte daha da çok yaşayacağımızı
bilmenin büyük hazzı ile sizi saygı ile selamlıyorum.
Bugününüz, sizin yaptıklarınız ve size yapılanlar bizler
gibilerin yarınlarına rehber olacaktır. Hiç merak
etmeyin, aydınlığı biz var edeceğiz. Size, buralardan,
Vatanınızın bir başka noktasından şimdilik sadece güç ve
sağlık gönderebiliyorum. Ve sizi çok seviyorum. Bir
oğulun babasına duyduğu sevginin aynısıdır bu sevgim.
Sizden bencilce bir isteğim var; lütfen bizler için, bu
vatan için, elleriniz ve yüreğinizle ürettiğiniz
Üniversite'niz için biraz daha sabredin. Karar ne olursa
olsun, alnı aydınlık olan hep siz olacaksınız. Lütfen
sağlığınıza da, yobazlığa direndiğiniz kadar direnin.
Nurdoğan Arkış
Yıllar
önce, yine sizin önderliğinizde bir doğu anadolu gezisi;
Bir grup insan, yurdu daha iyi tanımak, insanın insana
sevgi ve saygısını pekiştirmek ve paylaşma isteği ile
yollara düşmüştük.
Van’ın
doğusundan geçip Süphan’a vardık. Başımız dönmüş, dağın
görkemine dalıp, yol boyu bize aktardığınız, yörenin
estetik, coğrafi, sosyal, felsefi ve arkeolojik
bilgilerini sindirmeye çalışıyorduk. Sonra tırmanış
başladı. Siz, Necmettin abi ve ben, elimizde olmayan
nedenlerden zirveye 200 metre mesafede dönmek zorunda
kaldık. Bugün gibi hatırlıyorum. Siz, zirveyi zorlayan
Oya hanımı yüreklendirmiş, onun zirve sevincini sevgi ve
mutlulukla paylaşmıştınız.
Bugün! O dağın çok yakınında ve sizin yıllardır
yaşamakta olduğunuz o şehirde (Van), içinizdeki
aydınlatma, eğitme, paylaşma arzusu ile güzelden,
ahlaktan, erdemden ve daha nicelerinden yana olan
duruşunuzu, ora insanı ile çoğaltmak adına uğraşmakta
iken, aynı şehrin bir hastane odasında yeni bir zirve
denemektesiniz.
Son
aylarda yaşamakta olduğunuz, insanın iliklerini
donduran, isyan ettiren, hak etmediğinize içtenlikle
inandığımız, kurgulanmış bir cenderenin kolları ile
savaşmaktasınız.
Murathan Mungan’ın bir dizesinin bana verdiği esinle
söylersem; Kalbiniz, Oya hanımın elleri ve yüreğinin
desteği, binlerce dostunuzun sevgisi ile kötüyü, batılı,
çürümüşlüğü, kalitesizliği, eğitimsizliği temize
çekmektesiniz. Lütfen ayağa kalkın.
Yoksa
bir daha, Süphan’ın, Ağrı’nın, Baba Dağının, bir ören
yerinin ve çok sevdiğim papatyanın gözlerine bakamam.
Bütün
bu çürümüşlükleri yaratanlar, kendilerini erk sahibi
sananlar, yönetenler bir gün vakit geldiğinde, gök
yüzündeki bulutlara, Erciyes’in karına, yerdeki
karıncaya nasıl hesap verirler bilmiyorum.
Sevgili Yücel ve Oya, bizler sizi sevgi ile tanıdık, çok
sevdik.
Kamile
Bazman
Ankara
15 Kasım 2005
Milliyet Gazetesi yazarı Melih Aşık'ın "Van'da adalet"
başlıklı yazısı hüzün veriyor insana. Melih Aşık'ın, Tıp
Kurumu'nun Van'da iki gündür soluduğu havayı sanki
oradaymış gibi bu denli çarpıcı biçimde dile getirmesi,
usta yazarlığının kanıtı...
Mustafa Kemal'in aydınlığını Van'da ete kemiğe
büründüren Rektör Yücel Aşkın'ın sağlığının bozuk
olduğunu, muayene ve tetkikleri bir yana bırakın yüzüne
baktığınızda bile anlıyorsunuz. Rektörün yaşamını tehdit
eden ciddi rahatsızlıkları solgun yüzünden, bir deri bir
kemik bedeninden okunuyor açık seçik. Bunu anlamayan
hekimin hekimliğinden kuşku duyulur.
Hal böyleyken, hızını
alamayan Van Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeleri "Rektör
Yücel Aşkın sapasağlamdır, onu hasta gibi gösteren
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesinin
Başhekimi hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz"
diyebiliyor. Bu da
yetmiyor, aynı odanın başkanı, Yücel Aşkın Davasının
bilirkişisi oluyor.
Yalnızca tıp değil hukuk da ağır yara alıyor, sözün
anlamı kalmıyor.
Dr.
Mehmet Altınok
Tıp
Kurumu Başkanı
Dr.
Ali Rıza Üçer
Tıp
Kurumu Genel Sekreteri
Prof.
Dr. Yücel Aşkın benim hocamdı..
Susam Dündar IŞIK
(28.11.2005)
Üniversite eğitimimde bana çok emeği geçen ve mastır
çalışmamda danışma hocam olan Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü, çok saygı değer, sevgili hocam
Prof. Dr.
Yücel Aşkın`ın masum olduğuna bütün kalbimle
inanıyorum..
Ben 1995 yılında mastırımı Yücel Bey`in yanında
bitirdiğimde,kader onun yolunu Van`a, benim yolumu da
Berlin`e çevirmişti. Hayatımda çok önemli yeri olan, bu
değerli aydın ve saygın insana, günlerdir yaşamış olduğu
şu zor günlerinde yardım edememenin acısıyla
kıvranıyorum. Biz dışarıda olanlar, ondan daha çaresiziz
galiba.
Minnetarım ona Doktoraya başlayabilmem için Humboldt
Üniversitesi`nde Almanca sözlü dil sınavını geçmem
gerekiyordu. Sınav komisyonu benden çevre sorunlarının
sınır tanımaması cümlesini onlarla tartışmamı
istemişlerdi. Yücel Bey`den çevre ekolojisi dersi
aldığım zaman, bana bir liste uzatarak Susam, buradan en
az üç kitap seç, okuduktan sonra bunları birlikte
tartışacağız demişti. Üniversitede en çok keyif alarak,
dolu dolu öğrenerek geçmiş olduğum bu dersle, bir yandan
çevre sorunları üzerine bilgim ve hassasiyetimle sınav
jürisini büyülerken, diğer yandan da Berlin`de Almanca
dil sınavını başarmış, doktora rüyamın da gerçekleşmesi
için kapıları aralamış oldum. Sonra ben de onlara,
içimde Yücel Bey`e büyük bir minnettarlık duyarak, bu
bilgilere harika bir danışman profesör aracılığı ile
ulaştığımı anlatım.
Samimi ilişkilerimiz vardı 2000 yılının Şubat ayında,
100. Yıl Üniversitesi`nde asistan olarak çalışabilmek
için sınava gitmiştim. Sayın Rektör Yücel Aşkın, eşi Oya
Hanım`la
birlikte beni evlerine çaya davet etmişlerdi. Büyük bir
özenle yıllardır biriktirmiş olduğu tarihi eserleri bana
gösterdi. Sonra o zaman oturmuş oldukları ve kendisinden
önceki
rektörün yaptırmış olduğu konutu gezdirirken, gözüme
kocaman siyah bir masa ilişti. Bu ne işe yarıyor hocam
diye sorduğumda eski rektör döneminde, bu masada konken
oynanırmış, bu arada ben bu evi müze haline getirip,
burada gördüğün tarihi eserlerin hepsini üniversiteye
bırakmak istiyorum dedi. Aranızdaki fark hocam, umarım
Van sizi anlar dedim. 8 Temmuz 2005`de Garanti Günleri`nin
yapmış olduğu Anadolu Sohbetleri adlı toplantıda, AB ile
ilgili konuşmacı olarak Van`a davet edilmiştim. Hocam ve
eşi de Azerbaycan`da oldukları için görüşemedik, ama
hocamın rektörlük konutunu müze haline getirmiş olduğunu
duydum. İnanılmaz değil mi?
Çok emeği geçti
Rektörlük konutunu; bütün ömrü boyunca çok büyük emek ve
çabayla oluşturduğu tarihi eserleriyle, dış kapıdan,
tavana kadar zengin bir müze haline getirmişti.
Üniversiteye gelen her konuğa övünçle gezdirdiği,
kayıtlı bir müze. Hocamın 10 yılda üniversitede ulaştığı
tablo ise şöyle: Çoğunluğu nitelikli elemanlardan oluşan
öğretim elamanları, yemyeşil parklar, lojmanlar, yürüyüş
ve koşu parkurları, Van Gölü`nde araştırma tekneleri,
yepyeni eğitim öğretim binalarıyla, Türkiye`nin öteki
ucunda bir Güzel Sanatlar Fakültesi, pırıl pırıl sosyal
tesisler, uluslararası sanat ve heykel sempozyumları ile
kazandırılan uluslararası eserler, heykellerle donatılan
bir üniversite.
Yücel Bey`i seven ve suçsuz olduğuna yürekten inanan
diğer insanlar gibi, hukukun üstünlüğüne olan sarsılmaz
inancımla adaletin yerine bir an önce gelmesini
sabırsızlıkla bekliyorum.
Dr. Susam Dündar-Işık
Sayin
Askin:
Basiniza gelenleri basindan izledim. Sizi tanimiyorum, ne
sizin hakkinizda ne de isiniz dolayisiyla yaptiklariniz
hakkinda birsey biliyorum, ona ragmen size yapilanlari
hakkettiginize hic bir zaman inanmadim. Size eziyet
yapmaya basladiklarindan beri hergun ilk isim Internet
ile ulasabildigim basinda sizinle ilgili olarak cikan
her haberi ve her yaziyi okumak oldu. Size yapilanlar
bir cesit kolektif-ritual-linc gosterisine donusturuldu
ve cogunluk sadece seyretmeyi tercih etti. Secimle is
basina gelenlerin nasil kana susamis insanlik dusmani
canavarlar haline gelebileceklerini hep birlikte gorduk,
toplumumuz bundan ders almalidir. Ama amaclarina
ulasamadilar, size reva gordukleri iskenceler ters tepti
ve tepecek ve sizi kahraman yapip bir sembol haline
getirmekten baska hicbir ise yaramayacak. Linc
seyretmekten zevk alanlar bu utanci surekli boyunlarinda
tasiyacaklar. Umarim bunlari yapanlar bir gun hesap
verirler (zarar artik yapilmis olsa da). Cok gecmis
olsun, eminim milyo nlarca kisi ozgurlugunuze
kavusmaniza en az sizin kadar sevindi. Dilerim ki kisa
zamanda kendinizi toparlarsiniz. Basarilar dilerim.
Saygilarimla
Dr.
Edip Akpinar Bethesda-MD
Değerli Beyazkurdele dostlarım,
14 Aralık 2005 Vandaki toplantımızın sonucu ortaya çıkan
beyaz kurdele grubu yoksa yeni bir etkinliğe mi
hazırlanıyor? Çünkü yeni gelişen olaylar sanki bizleri
bu işin içine de itekliyor. Biliyorsunuz TBMM araştırma
komisyonu OndokuzMayıs Üniversitesi Rektörü Sayın Ferit
Bernay'ı da Sayın Yücel Aşkın'ınkine benzer şekilde
cezalandırma çabası içerisine girmiştir. Ne yazıktır ki
başımızda bulunan Mehmet Ali Ağca ile dahi baş edememiş
hükümet Cumhuriyeti savunan rektörlerimizi tüketmek
istemektedir. Şimdiye değin ne ülkemizde nede başka
ülkelerde üniversiteler üzerine kurulan oyunlar
hükümetlere -basit deyimle- puan kazandırmıştır. Yücel
Aşkın Hoca olayının bize iyi bir deneyim kazandırdığını,
aynı desteği Ferit Bernay Hocaya hemde katlanarak - sıra
başka yerlere gelmeden-vermeye hazır olduğumuzu ifade
etmek istiyorum.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Muzaffer Tunçel
Anadolu Üniversitesi
|
BASINDA YÜCEL AŞKIN
REKTÖRE “KELEPÇE”
Ben ziraat profesörüyüm. Liseden sınıf arkadaşım olan ve
Ankara’da uzun dönem savcılık yapıp ardından da
“Yargıtay üyeliği” görevine gelen; ancak erken ölümü
nedeniyle yokluğuna hiçbir şekilde alışamadığım bir
sevgili dostum, kendisini her ziyaret edişimde, ayağa
kalkar ve önünü ilikleyerek beni karşılardı. Aramızda
eski yakınlık ve ilişkiden dolayı, “Oğlum, niye her
defasında bana böyle davranıyorsun?” dediğimde,
“Ben seni gördüğüm zaman fakültedeki hocalarımı
hatırlıyorum da ondan” diye yanıtlardı. Umarım bu
hakim ve savcılar da, Ankara sıkıyönetim mahkemelerinde
Sayın Mümtaz Soysal hocayı yargılayanlar gibi
tarihe geçerler!..
CUMHURİYET GAZETESİ
26.10.2005
Tümer
URAZ |
YYü Genel Sekreter Yardımcısı iken tutuklanan ve
cezaevinde intihar eden Enver Arpalı'nın
avukatlığını üstlenen sayın Turgut Kazan'ın
davaya ilişkin görüşleri, davanın arka perdesini
aydınlatmak açısından son derece önemli.
Bilginize...
Haberin adresi: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=174005 |
|
Rektörün davası bin yıl sürer!..
Dava yolsuzluk için açılsaydı ilk celsede biterdi.
418 mağdur ve 141 tanıklı bitmeyecek bir dava
yaratıldı. Yolsuzluk ve fişleme aynı dava yapıldı
AB niye sessiz? O da rektörden memnun değilmiş. Bunu
hükümete yansıtmış. Rektör, AB projelerinin
direksiyonunda olmak istemiş
Adalet Bakanlığı'na, savcılara dava açıyoruz. Arpalı
cezaevinin imamına da intiharı sormuş. Bunu bilmek
zorundalar. Ölümden onlar sorumlu
26/12/2005
NEŞE DÜZEL
NEDEN?
Turgut Kazan
Hukuk, herhalde açıkça anlaşılır bir şey olmalıdır.
Teknik detaylarını, işleyiş biçimini, anlamasak da,
mantığını anlamamız gerekir. Kim neden suçlanıyor?
Suçun kanıtı ne? Kişi neden tutuklandı? Tutuklamanın
sebepleri neler? Bu gibi soruların cevaplarının
belirsiz olmaması gerekir. Fakat bu temel kural,
Türkiye'de sık sık arızalanıyor. İnsanlar uzun zaman
tutuklu kalabiliyor. Neyle suçlandıkları da tam
anlaşılamıyor. Bu karışıklığın, son zamanlarda en
fazla soru işareti uyandırıcı örneği Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'ın tutuklanıp
yargılanması oldu. Rektör niye tutuklandı? Asıl suçu
ne? Tutuklanmasının arkasında siyasi nedenler mi
var? Van'daki dengeler ne? Rektörü suçlayan yargı
dışı güçler bulunuyor mu? İşte bu konular kamu
vicdanında tartışılıyor. Hatta bu tartışmalar son
olarak, büyük işadamlarının örgütü TÜSİAD'la
Başbakan arasında da gerginlik yaratacak boyutlara
ulaştı. Biz de bu konunun ayrıntılarını, Rektör'le
birlikte tutukluyken cezaevinde intihar eden
üniversitenin genel sekreter yardımcısı Enver
Arpalı'nın avukatı Turgut Kazan'la konuştuk. Turgut
Kazan, sekiz yıl İstanbul Barosu'nun başkanlığını
yapmıştı.
Ülkemizde hukuk zaten karmaşıktı ama son zamanlarda
iyice karmakarışık oldu. Neyin hangi yasaya, hangi
kurala göre yapıldığı anlaşılamaz hale geldi. Ya da
biz anlayamıyoruz. Van Yüzüncü Yıl rektörü niye
tutuklandı? Tutuksuz yargılanamaz mıydı?
Tutuklamayı duyduğumda ben hukukçu olarak dehşete
kapıldım. O zaman kamuoyuna yansıyan neydi? Bir
tıbbi cihaz ihalesine fesat karıştırılması ve
yolsuzluk iddiasıydı. Tutuklama bununla ilgili oldu.
Bu tutuklama, AB standartlarına, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarına ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin tutuklama düzenlemelerine
aykırıdır. Bu tutuklama bizim yasalarımıza da
aykırıdır. Rektör kaçmasından kuşku duyulacak biri
değil. Kendisi Azerbaycan'dayken süreci
başlatmışsınız ve o kalkmış Azerbaycan'dan kendisi
gelmiş.
Niye bütün Türkiye'ye bir rektörün polislerin
kolunda sürüklendiği gösterildi? Tutuklanış biçimi
yasalara ve teamüllere uygun mu?
Değil. Ben bundan acı duydum. Bu suçtan, bugünkü
siyasal iktidarın en önemli kişileri soruşturmaya
uğradı, yargılandı ama hiçbiri tutuklanmadı. Ayrıca
bugün de Anayasa Mahkemesi'nde yolsuzluk
suçlamasıyla önemli kişiler yargılanıyor. Onların da
tutuklanması hiç düşünülmedi. Şimdi eğer bir rektör
bir yolsuzluk suçlamasından, bu ülkede başka
örneklerde görülmemiş bir biçimde tutuklanıyorsa,
Türkiye'de artık kimsenin güvenliği kalmamış
demektir. Böyle bir durumda tutuklamayı tartışmak
toplumun hakkıdır ve hukukçunun da görevidir.
Rektör ihalede yolsuzluk yapmakla suçlanıyor.
Bununla ilgili ciddi kanıtlar var mı dosyada?
Hayır yok. Zaten tıbbi cihazların ihalesinin
parasını ödeyen Hazine de 'Biz zarara uğradık'
diyerek davaya müdahil olmadı. Bu çok önemli. Davada
zarara uğratıldığı söylenen Hazine davaya müdahil
değil. Ayrıca dosyada zararla ilgili bir şey de
telaffuz edilmiyor. Bir belge, bulgu yok bu konuda.
Oysa sağlandığı iddia edilen çıkarın miktarının
ortaya konması, delillerinin gösterilmesi gerekir.
Ama bu davada başka müdahiller ve mağdurlar var.
Böyle bir dava yaratıldı işte.
Rektör, üniversitede insanları fişlediği iddiasıyla
da suçlanıyor. Bu, ayrı bir dava konusu değil mi?
Adalet Bakanı 'Ben bir savcıya, hâkime telefon
etmişsem ispat etsinler' diyor ya... Bakan baskı
yapmak için telefon etti diyen yok. Ben size olayı
baştan anlatayım. Rektör Yücel Aşkın'la ilgili dava
süreci olağan savcılıkta değil de, özel yetkili bir
savcılık ve yargılama biriminde başladı.
Biliyorsunuz DGM'ler kaldırıldı ve onun yerine
uluslararası anlaşmalara dayalı bir düzenlemeyle
mafya ve terör suçlarına bakan özel yetkili bir
birim oluşturuldu. Aşkın'ın davasının savcılığı da
böyle özel bir birim işte. Bu savcılık, fişleme
suçunun kendi görev alanı içinde olmadığını görmüş
ve 2 Eylül tarihinde fişlemeyle ilgili görevsizlik
kararı vermiş. Dosyayı normal savcılığa göndermiş.
Normal savcılık da, yasa uyarınca dosyayı YÖK'e
yollamış. Peki sonra ne olmuş da, o özel yetkili
savcılığın 'benim görev alanıma girmez' dediği işler
tekrar onun görev alanına girmiş? Bu nasıl olmuş,
açıklansın.
Ama bunun bir açıklaması olmaz, olamaz. Neşe hanım,
bu dava bitmez.
Niye?
Türkiye'de ilk kez bir dava 418 mağdurla açılıyor.
418 mağdur duruşmaya gelecek. 141 tanık dinlenecek.
Türkiye tarihinde böyle bir dava görülmedi. Bu dava
bitmeyecek, rektör de kolay kolay aklanamayacak. Bin
yıl sürer bu dava. 418 mağdur ve 141 tanık var.
Fişlenmiş öğretim üyeleri bunlar. Mesela birini
anlatayım size. 'Bize Yunus Emre'yi anlatması için,
rektör üniversiteye İlhan Başgöz'ü getirdi. Başgöz,
bize Yunus Emre'nin cinsel hayatından bahsetti. Ama
biz rektörün öyle bir baskısı altındayız ki, hiçbir
şey yapamadık' diyor. Bunları söyleyen bir öğretim
üyesi. Yunus Emre'nin anlatılmasını bir baskı olarak
algılıyor. Altan Öymen, İlhan Başgöz'ün buna isyan
ettiğini ve üniversitedeki konuşmasında cinsellikle
ilgili şeyler söylemediğini yazdı. Söylese ne
olacak, söylemese ne olacak? İlhan Başgöz, Yunus
Emre'yi anlatırken onun cinsel hayatından bahsetti
diye bir rektör mafya ve terör suçlarıyla ilgili bir
birimde suçlanır mı? Şimdi siz böyle bir dava
açarsanız ve 418 kişiyi bu şekilde dinlerseniz bu
dava hiç biter mi? Hukuk devletinde ve bizim
Anayasamızda insanların makul süre içinde yargılanma
hakkı vardır. Bu davada bu hak baştan ihlal
ediliyor. Zaten asıl soru şu.
Nedir?
O
savcılık fişleme davasından elini çekmişken, nasıl
gene aynı işe el koydu? Ben kırk yıllık avukatım,
hiç böyle 418 mağdurlu bir dava görmedim. Biz
sıkıyönetimlerde çok sanıklı davalar gördük ama ilk
kez çok mağdurlu dava görüyoruz. Eğer bu dava sadece
yolsuzluk için açılsaydı, ilk celsede biterdi.
İnsanlar da rektör hırsız mı, değil mi görürdü. Ama
göremeyecekler. Çünkü yolsuzluk ve fişleme şimdi
aynı dava oldu. Böylece bitmeyecek bir dava
yaratıldı. Ben intihar eden Enver Arpalı'nın eşi ve
çocuklarının avukatıyım. Arpalı, rektörü ezmek
isteyen bu modelde kurban oldu. Rektör aleyhine bir
şeyler söyler diye düşünülmüş. 'Söyle, sana yardımcı
olalım' diye bu yol çok denenmiş. Arpalı ailesinin
şerefine sürülen lekeyi taşıyamayacağını ifade etmiş
ve canına kıymış. Biliyorsunuz, Arpalı, Yücel
Aşkın'dan önceki iki rektör zamanında da genel
sekreter yardımcısıydı. Zaten suçlanan ihale de
Aşkın'dan önceki gerici diye bilinen rektör
zamanında açılmış.
Fişlemeye dönersek... İnsanları fişlemek ciddi bir
suç ve fişlenmiş olmak da ciddi bir mağduriyet.
İnsanlar iddia edildiği gibi fişlendilerse, davada
mağdur sayısı çok olmasın diye, mağduriyetlerinden
vazgeçmeleri beklenebilir mi?
Ben bu olaydaki fişlemenin ne olduğunun hukuksal
tartışmasına girmiyorum. Ama anlaşılan bunlar,
ülkenin istihbarat birimlerinden rektörlüğe gelmiş
ve klasöre konmuş. Fişlemenin 'suç' kabul edilmesi
iyi bir düzenlemedir ama o notlar arasında 'PKK
eğilimli, solcu' diye rektörün kendisinin de ismi
var. Biliyorsunuz, fişleme 1 Haziran'da yürürlüğe
giren yeni TCK'da suç olarak yer aldı. Aşkın'la
ilgili soruşturmanın başladığı tarihte ise 'fişleme,
özel hayatın bir birim tarafından ihlal edilmesi
suçu' yoktu.
Savcı, rektörün serbest bırakılmasını istedi ama
mahkeme bu isteği reddetti. Bu sık rastlanır bir
durum mudur? Sanığı suçlayan savcı bile
bırakılmasını isterken mahkeme sanığı ısrarla tutar
mı?
Çok sık rastlanan bir şey değil. Mesela Yücel Aşkın
tarihi eser kaçakçılığından beraat etti. Savcı
beraat istedi ve Aşkın ilk oturumda beraat etti. Ama
savcılık bu karara itiraz etti. Şimdi o dava
Yargıtay'a gitti.
Rektörün ciddi sağlık sorunları var. Buna rağmen
hapishanede tutulmasına ne diyorsunuz?
Bence tutuklama zaten hukuka aykırı. Sağlık sorunu
da tabii düşünülmeli. İşte Enver Arpalı öldü.
Arpalı'nın ölümünden hem devlet, hem de onu
korumakla görevli olan savcılık sorumludur. Çünkü
kayıtlardan ve tahliye isteyen dilekçelerinden,
Arpalı'nın ruhsal durumunun çok kötü olduğunu
anlıyoruz. Mesela cezaevi kendisine bir imam
gönderiyor. Arpalı iple intihar etmenin günah olup
olmadığını imama soruyor. Cezaevi yönetimi ve
savcısı bunu bilmek zorundadır ve sorumludur.
Arpalı, intiharı bir süredir soruyormuş zaten.
Arpalı'nın tutukluluğunu sürdürürken tedbir almak
zorundasınız. Biz ocak başında hizmet kusurunda
bulunduğu için Adalet Bakanlığı'na dava açacağız.
Ayrıca soruşturmayı yürüten, cezaevini yöneten
savcılara da bir insanı adeta intihara sürüklemiş
olmalarından ötürü, kişisel kusurları nedeniyle dava
açacağız. Bu olayda ölüme seyirci kalındı, hatta
ölüme bir çeşit yol açıldı.
Rektör tutuklandıktan sonra Zaman gazetesinde bir
haber yayımlandı. Rektörün tutuklanmasını
jandarmanın istediği ileri sürüldü. Jandarma, bir
rektörün tutuklanmasını isteyebilir mi?
Hukuk sisteminin işleyişinde isteyemez. Ama derin
devletin işleyişinde... Ben bu olayda rektöre karşı
bir hareketin olduğunu düşünüyorum. Bu hareketin,
eğer bir 'derin devlet' varsa, bu derin devletin bir
kesiminden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum.
Bunlar tahminlerim. Üniversitenin bulunduğu yer Kürt
kökenli insanlardan oluşan bir coğrafya. Öğrenciler
de tabii ki o coğrafyadan olacak. Üniversite içinde
olabildiğince demokratik bir yaklaşımın, acaba PKK
eğilimlileri koruyorlar mı gibi bir kaygıya ve
saptamaya yol açmış olabileceğini düşünüyorum.
Ayrıca tarikatların at koşturduğu bir bölge burası.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin Said-i Nursi'nin
vasiyetinin medresesi olduğunu söyleyen bir kesim
var. Milli Eğitim Bakanı Çelik de oranın önemli bir
politikacısı. İlhan Başgöz'ü Yunus'un cinsel
hayatına değindi diye şikâyet eden bir yapı var. Bu
yapı üniversite yönetimini bertaraf etmek istiyor.
Hem derin devletin bir kesiminin kaygıları, hem
AB'nin bu adam olmasa diyen bakışı açısı, siyasal
iktidara destek olmuş olabilir. Bunlar tahminler. AB
bu davaya niye duyarsız?
AB, bunu bir yolsuzluk davası olarak
değerlendirdiğini söyledi. Sizce niye duyarsız?
Biz Türkiye'de tutuklamayı tartışıyoruz. Suçlamayı
tartışın denmiyor ki onlara. AB'nin Van
Üniversitesi'nin yönetiminden memnun olmadığını ve
bunu da siyasal iktidara yansıttığı söyleniyor.
Çatışmanın nedeni de AB projeleri ve fonları. AB,
projelerin ve fonların yönetiminde direksiyonda
olmak istiyormuş. Üniversite yönetimi ise
direksiyonda kendisinin de olmasında ısrar
ediyormuş. Anladığım kadarıyla Aşkın'ın ulusalcı
yaklaşımı ağır basıyor. Bu çatışmada AB'nin eski ve
bugünkü temsilcileri Kreschtmer ve Karen Fogg da yer
almış.
Rektör Aşkın'la ilgili ilk suçlayıcı haberler
Aydınlık dergisinde yayımlandı. Yüzüncü Yıl
Üniversitesi'nin misyonerlerin alanı olduğu iddia
edildi. Ne diyorsunuz?
Bunların gerçekle ilgisi yok. Aşkın ve ekibi kilise
açmakla, misyonerlik yapmakla suçlandılar. Daha çok
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Van'daki
temsilcisi Rektör Yardımcısı Ayşe Yüksel böyle
suçlandı. Şimdi başka şeylerin sanığı ama savcılık
soruşturmasında ona sadece bunu sormuşlar. Aşkın'a
da savcılıkta hiç yolsuzluk sormamışlar. Fişleme
sormuşlar.
Peki, bağımsız olduğu sık sık vurgulanan yargı,
jandarmanın isteğiyle rektör tutuklar mı?
Bağımsız değilse her şey olabilir. Başbakan,
Anayasa'nın 138'inci maddesini hatırlatıyor. Bu
madde 'Yargı bağımsızdır' diyor. Anayasa'da yargı
bağımsızdır yazınca, yargı bağımsız olur mu? 12
Mart, 12 Eylül rejimi de aynı şeyi söylüyordu. Ama o
bağımsızlığın ne olduğunu yaşadık biz. Hafif olacak
ama bunu benim külahıma anlatsınlar. Yargının
bağımsız olmadığını her gün herkes anlatıyor zaten.
Üstelik muhalefetteyken siz değil miydiniz yargı
siyasallaştı diyen. Zaten her iktidar böyle yapıyor.
İktidara gelince, boş ver ya yargı benim elimde
olsun diyor. Biz Anayasa'nın bir sürü maddesini
değiştirdik ama yargı bağımsızlığıyla ilgili 12
Eylül rejiminin düzenlemesi aynen sürüyor.
Bağımsızlık falan hiç söz konusu değil. Bunu, birçok
Yargıtay başkanı da söyledi zaten.
Bu
davada Adalet Bakanı'nın ve bakanlığının tutumu ne
oldu?
Kötü oldu. Adalet Bakanı'nın, 'Bir insan kafasına
koymuşsa intihar eder' diye Arpalı'nın intiharıyla
ilgili yaptığı açıklama insanca değerlere aykırıdır.
Sadece üzüntüsünü belirtmesi gerekirdi. Ama öyle
taraf olunmuş ki, açıklama yapmak gereğini duyuyor.
Başbakan, TÜSİAD'a 'Van ve Orhan Pamuk konusunda suç
işledin' diyor. Asıl 138'inci madde, kamu gücünü
elinde tutanları yani kendisini, Meclisi ve hükümeti
yargıya talimat veremezsin diye yasaklıyor. Suç
işledi diyerek sen, savcılara soruşturma açın
talimatı vermiş oluyorsun. Bir de tarihi eser
kaçakçılığıyla ilgili Van'da savcı basın açıklaması
yaptı. Bu, hukuka aykırıydı ve işlenen bu suçla
ilgili hiçbir şey yapılmadı. O savcı bütün
haşmetiyle görevine devam ediyor. Aynı savcı Yücel
Aşkın'ın tarihi eser kaçakçılığından beraat kararını
da temyiz etti şimdi. Bir de yolsuzluk ve fişlemede
soruşturma boyunca gizlilik kararı alındı. Avukatlar
hiçbir dosyaya yanaşamadı. Bu tutukluda kâbus
duygusu yarattı. Avukatlar hiçbir şey öğrenemezken,
soruşturmayla ilgili çarpıcı ne varsa üç gazetede üç
gün yayımlandı. İnsanların suçlu sayılması için ne
mümkünse yapıldı ve bu savcılık hakkında hiçbir
soruşturma açılmadı.
Fikir özgürlüğü isteyen TÜSİAD'ın açıklamaları
yargıya müdahale sayılır mı peki?
Hayır. Hukuka aykırı şeyleri tartışmak zorundayız.
Tartışmadan güvenli geleceğe ulaşamayız. Bağımsız
olmayan bir yargının siyasal iktidarca kullanılışına
teslim oluruz. Başbakan yargıya müdahale suçu
işliyorsunuz diyecek ve aleyhimize dava açılacak
diye hukuksuzluklara seyirci kalamayız. Başbakan, 'TÜSİAD
kendi işine baksın' diyor. Ne demek işine baksın?
Bu, Türkiye'de hukuk devletinin kurulması işidir. Bu
bizim, hepimizin işidir... |
|
'Bilirkişi' Sedef Er
tayin istedi
A.A.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın
ile ilgili soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından “bilirkişi” olarak atanan YYÜ Bilgi İşlem
Daire Başkanı Sedef Er'in tayinini İzmir'e almak için
Sağlık Bakanlığı'na müracaat ettiği bildirildi.
Rektörü Aşkın'ın tutuklu olarak yargılanmasına neden
olan Tıp Fakültesi'ndeki 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz
alımına ilişkin belgeleri Cumhuriyet Başsavcılığı'nı
bildiren kişinin Sedef Er olduğu iddia edildi.
Sedef Er'in geçmiş dönemlerde Rektörlük Mali ve İdari
İşler Daire Başkanı olduğu, daha sonra Rektör Aşkın
tarafından Bilgi İşlem Daire Başkanlığı'na alındığı
öğrenildi. Sedef Er'in Aşkın hakkında başlatılan
soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
”bilirkişi” olarak atandığı bildirildi.
Geçen ay YYÜ Tıp Fakültesi'nden istifa eden 8 öğretim
üyesinin içerisinde bulunan ve Sedef Er'in eşi olan
Göğüs Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Metin
Er'in tayininin İzmir'e çıkması nedeniyle Sedef Er'in de
Sağlık Bakanlığı'na müracaat ederek tayin istediği
öğrenildi. |
MİLLİYET 14.12.2005
Tarihi duruşma
bugün
Doç. Güler, kendisinin ve bir anestezi uzmanının 2 ay
sonra bugün duruşmaya çıkacak Prof. Yücel Aşkın'ın
yanında olacağını, monitör ve acil girişimde
kullanılacak diğer ekipmanların mahkeme kapısında hazır
bulunacağını söyledi.
Van Yüzüncüyıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel
Aşkın, 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımı ihalesinde
usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla 15 Ekim 2005'te
tutuklanmasının ardından geçen 59 günün ardından bugün
hâkim karşısına çıkacak.
Van Cumhuriyet Başsavcısı Sezgin Kanmaz 20 Temmuz
2005'te; Aşkın, yardımcısı Ayşe Yüksel ve iki rektörlük
çalışanı hakkında çıkar amaçlı suç örgütü oluşturmak,
tehdit ve baskıyla ihaleye fesat karıştırmak suçlarından
soruşturma açılmasını talep etmişti.
YÖK'ün rektörlerin soruşturulması-yargılanması için
gereken onay sürecinin kapsamı dışında kalan "çete"
suçlaması nedeniyle doğrudan takibe uğrayan ve Van 4.
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine
konulan Aşkın bugün ilk duruşmaya çıkacak.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi Araştırma
Hastanesi Kardiyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Niyazi Güler, YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın stent
takıldıktan sonra sağlık durumunun iyi, moralinin yüksek
olduğunu, bugün yapılacak olan duruşmaya monitöre
bağlanmadan çıkabileceğini söyledi.
Ambulans kararı
Güler, mahkeme süresince kendisinin ve bir anestezi
uzmanının Aşkın'ın yanında bulunacağını belirtti.
Aşkın'a 10 Aralık'ta stent takıldığını anımsatan Güler,
"Stent takıldıktan ve tedaviye cevap verdikten sonra
Aşkın'ın monitöre bağlanmadan mahkemeye çıkarılmasına
karar verdik.
Ancak monitör ve acil girişimde kullanılacak diğer
ekipman, mahkeme kapısında hazır bulunacak" dedi.
Güler, Aşkın'ın mahkeme salonuna ambulansla ya da başka
bir şekilde gidip gitmeyeceğine savcılığın karar
vereceğini kaydetti.
Tabip Odası'na inceleme
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi de, Aşkın'ın
sağlık durumuna ilişkin basın açıklaması yapan Van Tabip
Odası hakkında, hekimlik meslek etiği kurallarından,
"Her durumda hastaların bilgilerinin mahremiyetine saygı
gösterilmesi" ilkesini çiğnediği gerekçesiyle inceleme
başlatma kararı aldı.
Davada hangi gelişmeler
oldu?
VAN AA HABER MERKEZİ
Aşkın olayının gelişmeleri kısaca şöyle: Aşkın, kendisi
yurtdışındayken evine yapılan baskında bulunduğu iddia
edilen 738 tarihi eserle ilgili 18 Temmuz 2005'te
savcıya ifade verdi. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, 74
rektör ve temsilciyle birlikte 27 Kasım 2005'te Van'a
gitti.
Cezaevinde Aşkın ile aynı koğuşu paylaşan ve davanın
ikinci tutuklu sanığı olan üniversitenin Genel Sekreter
Yardımcısı Enver Arpalı 13 Kasım'da koğuşun banyosunda
intihar etti.
Aşkın, 13 Kasım'da hastaneye kaldırıldı, kalbine stent
takıldı.
Heyetleri Oya Aşkın karşıladı
VAN AA
CHP ve YÖK heyetleri, YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel
Aşkın'ın bugün yapılacak ilk duruşmasını izlemek
amacıyla Van'da.
CHP Grup Başkan Vekili Kemal Anadol başkanlığında
İstanbul Milletvekili Hasan Fehmi Güneş, Van
Milletvekili Mehmet Kartal, Bursa Milletvekili Mustafa
Özyurt ve Muğla Milletvekili Gürol Ergin'den oluşan CHP
heyeti ile Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkan Vekili
Prof.Dr. İsa Eşme, avukat Haydar Han, YÖK Denetleme
Kurulu Başkanı Hüseyin Çevikbaş'tan oluşan YÖK heyeti,
Ferit Melen Havaalanı'nda YYÜ Rektör Vekili Prof. Dr.
Ali Fuat Doğu, Aşkın'ın eşi Yrd. Doç. Dr. Oya Aşkın ve
öğretim üyeleri ile CHP Van Teşkilatı tarafından
karşılandı.
Eşme, Van'a geliş amaçlarıyla ilgili herhangi bir
açıklama yapmayacağını söylerken Anadol, CHP
milletvekillerinden oluşan 5 kişilik bir heyetle
duruşmayı izlemeye geldiklerini söyledi. Kente geliş
amaçlarının "yargıya müdahale ve baskı" olarak
anlaşılmaması gerektiğini belirten Anadol, "Tam tersine
bu tür iddiaların doğruluk payını incelemek ve yargının
tecellisini takip etmek üzere buradayız. Herhangi bir
spekülasyona yol açacak yanlış bir anlama olmasın" dedi.
Baykal ve Ecevit desteği
ANKARA Milliyet
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, yargılanmasına bugün
başlanacak olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Yücel Aşkın'a yapılan muamelenin "burun
sürtme, haddini bildirme" olduğunu savunarak, "Bu
kişisel hesaplaşmadan kaynaklanmıyor. Türkiye'nin
anayasal çizgisi ve cumhuriyetin temelleriyle hesaplaşma
biçimine dönüşmüştür" dedi.
Davanın, Türkiye'de hukuk sisteminin güvenilirliğinin,
siyaset - yargı ilişkisinin hangi noktaya geldiğini
göstereceğini vurgulayan Baykal sözlerini şöyle
sürdürdü:
'Sükûnetle izlemeyiz'
"Sükunetle davayı izlememizi bizden istemeye kimsenin,
özellikle Adalet Bakanı'nın hakkı yoktur. Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde bir rektörün, 2 aydır tutuklu
olmasının hukuki anlamını, insani anlamını Adalet Bakanı
nasıl açıklayacak? Sürgüne gönderildiğimiz dönemde bile
yargıya, adalete güvendik. Hukuk cinayetinin,
sürdürülmesine Türkiye seyirci kalmayacak."
Ecevit'ten açıklama
Eski DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit de, Aşkın'ın
kollarından tutularak savcılığa götürülmesi ve uzun süre
tutuklu kalmasının üzüntü verici olduğunu, bunun
uluslararası alanda da kaygı yaratacağına dikkat çekti.
Hukuk sisteminde, çığırından çıkan uygulamalara dönük
iyileştirmeler yapılması gerek
tiğini vurgulayan Ecevit, bu olayın nedenleri konusunda,
Aşkın'ın irtica karşıtı çalışmalarının da akla geldiğini
söyledi.
Cumhuriyet'in tüm
kurumlarına sahip çıkılmalı
Feyat ERDEMİR- Murat
ÇAĞLAR/VAN, (DHA)
YYÜ Rektörü Aşkın, 76 gün sonra özgürlüğüne kavuştu. Tutukluluğu
sona erdiği için hastanenin penceresine çıkabilen Aşkın
sevenlerine ve basın mensuplarına selam verdi. Aşkın'ın
yüzündeki rahatlama ve huzur objektiflerden kaçmadı.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Yücel Aşkın, üniversiteye tıbbı cihaz alımı davasında
usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle yargılandığı davada
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıktan sonra,
bu sabah tedavi gördüğü hastane odasının demir
parmaklıkla kaplı penceresine çıkıp gazetecilere el
salladı. Gülümseyen ve sağlık durumunun iyi olduğunu
söyleyen Aşkın, yaptığı açıklamada, Cumhuriyet
kurumlarına sahip çıkılması gerektiğini söyledi.
Van YYÜ Rektörü Prof.Dr. Yücel Aşkın, Tıp Fakültesi
Hastanesi'nde 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımı
ihalesinde usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp
cezaevine kondu. Davanın dünkü ikinci duruşmasında
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Aşkın,
tedavi altında bulunduğu YYÜ Tıp Fakültesi
Hastanesi'ndeki odasından ilk kez bu sabah dışarıya
baktı. 76 günlük tutukluluğun ardından, demir
parmaklıklarla kapalı odasının penceresinden basın
mensuplarına fotoğraf çektirip el sallayan Aşkın'ın
moralinin yüksek olduğu görüldü. 14 Aralık günkü
duruşmaya gelip giderken oldukça bitkin görünen Aşkın'ın
bu sabah çok daha iyi olduğunu gözlenirken, yüzünün
güldüğü görüldü. Durumunu iyi olduğunu söyleyen Aşkın,
“Normal bir insan ne hissediyorsa ben de onu
hissediyorum” dedi.
Aşkın, gazetecilere görüntü vermesinin ardından YYÜ
Basın Halkla İlişkiler Müdürü Nalan Akgün aracılığıyla
bir açıklama yaptı. Aşkın'ın odasında yazdırdığı
açıklamayı, Nalan Akgün, hastane önündeki gazetecilere
okudu. Aşkın, kendisinde destek verenlere teşekkür
ederken, Cumhuriyet kurumlarına sahip çıkılmasını
belirterek, açıklamasında şunları söyledi:
“Basına gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür ederim. Bu
süreç içinde beni hiç tanımayanlar da olmak üzere
herkesten destek aldım. Bu bakımdan tanıdığım ve
tanımadığım herkese teşekkür ederim. Süreç içinde sivil
toplum örgütleri ve siyasi partilerin verdiği desteğe de
ayrıca teşekkür ediyorum. Van Kapalı Cezaevi'nde
kaldığım süre içerisinde personel, mahkum ve tutuklular
bana her konuda yardımcı oldular. Bunlara da teşekkür
ediyorum.”
Rektör Aşkın, hastalığı süresi içinde kendisine yardımcı
olan doktorların isimlerini de vermek istediğini
belirterek, doktorlar Niyazi Güler, Çetin Kotan, YYÜ Tıp
Fakültesi başhekimi Doç.Dr. Hüseyin Avni Şahin, hastane
müdürleri Mahmut Erdoğan ve Metin Günsan'a da teşekkür
etti. Rektör Aşkın, açıklamasını şöyle tamamladı:
“Şuna işaret etmek istiyorum. Yargı, YÖK,
Üniversitelerarası Kurul ve üniversiteler Cumhuriyet
kurumlarıdır. Bunları eleştirebiliriz. Çeşitli görüşler
öne sürebiliriz, tartışabiliriz. Ancak bu kurumlara
saygı gösterip, sahip çıkmak zorundayız. Çünkü bu
kurumlar toplumda adaleti sağlayan ve geleceğe taşıyan
kurumlardır. Yargı süreci devam ettiği için de herhangi
bir yorumda bulunmak istemiyorum.”
JANDARMA ÇEKİLDİ POLİS GELDİ
Rektör Aşkın'ın tutukluluk halinin
kaldırılmasından sonra dün gece hastane odasınde
bekleyen jandarmalar saat 21.00 sıralarında çekildi.
Daha sonra 2 sivil polis ile hastanenin özel güvenlik
elamanları Rektör Aşkın'ın bulunduğu odanın önünde ve
koridorlarında güvenlik önlemi aldı. Sadece eşi Oya
Aşkın ve doktorları ile görüşen Rektör Aşkın'ın
önümüzdeki haftaya kadar hastanede tutulacağı açıklandı.
29
Aralık 2005
Fişleme ayrılmış sonra birleşmiş
Faruk BİLDİRİCİ
Cezaevinde intihar eden Enver Arpalı'nın yakınlarının
avukatı Turgut Kazan, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr.Yücel Aşkın'ın bugün yapılacak ikinci duruşması
öncesinde önemli bir iddia ortaya attı.
Kazan, savcılığın tıp cihazları ihalesi soruşturması ile
fişleme ve kadrolaşma konularındaki soruşturma hakkında
"tefrik" (ayırma) ve görevsizlik kararı verdiğini, ancak
yaklaşık 1.5 ay sonra yeniden birleştirme kararı
verilerek toplu dava açıldığını belirtti. Hukukta eşine
rastlanmayacak bu kararların iddianamenin 24 ve 25.
sayfalarında açıkça itiraf edildiğine dikkat çeken
Kazan, "İşte müdahalenin kanıtı bu" dedi.
İki soruşturmanın yeniden birleştirilmemesi halinde
iddianamenin 10-15 Eylül'de bitmiş olacağını vurgulayan
Kazan, "O zaman da Enver Arpalı ölmezdi" dedi. Kazan,
şöyle konuştu: "Van'da dilekçe verirken Başsavcı vekili
İbrahim Özer ile sohbet ettim. 'İddianameden anlıyorum
ki, önce tefrik kararı vermiş, sonra yeniden
birleştirmişsiniz' diye sordum. 'Savcılık görevsizlik
ile bu suçlardan el çekmişken sonra neden vazgeçti?'
Kendisinin yaptığını anlattı.
Anlaşılan o başsavcı vekili bu amaçlarla (ağustosta)
oraya tayin edilmiş. Adalet Bakanı diyor ki, 'Telefon
ettiğimi ispat edin'! Nasıl ispat edeyim ben senin
telefon ettiğini? Ama ben adil yargılanma hakkı
bakımından bu soruşturmaların neden yeniden
birleştirildiğinin cevabını istemekle görevliyim. Siz
kayıt, özel hayatı ihlal, ayrımcılık, görevi kötüye
kullanma ve tarihi eser suçları için 'Bu bizim görev
alanımıza girmez' demişsiniz.
Doğru,
siz özel yetkili savcılıksınız. 31 Ağustos'ta tefrik
kararı vermişsiniz, 2 Eylülde normal savcılığa
göndermişsiniz. Ondan sonra neden yeniden soruşturmaya
geçtiniz? Demek ki, birisi uyardı! 'Dava 418 mağdurlu
olacak ki dava bin yıl sürecek ve bitmeyecek. Sanık asla
aklanamayacak" dedi. Çünkü dava biterse aklanırsınız!
İkincisi gösteri olacak, miting meydanına dönecek.
İnsanlar rektöre kinini kusacak! Kendilerine o davada
taraf olarak yer verilecek. Olacak şey değildir.
Müdahalenin kanıtı bunlar."
Arpalı'nın ölümündeki idarenin kusurunun maddi ve manevi
tazminatla giderilmesi için önümüzdeki hafta Adalet
Bakanlığı'na başvuracaklarını açıklayan Kazan, 60 günlük
bekleme süresi sonrasında idare mahkemesine
başvuracaklarını söyledi. |
KÖŞE YAZARLARI
BİR REKTÖR VE ÖRGÜTLÜ SUÇLULUK
Sabih KANADOĞLU Yargıtay
Onursal Cumhuriyet Başsavcısı
(09 Aralık 2005,
Cumhuriyet)
Örgütlü suçlarda, kuvvetli kuşku nedenlerinin varlığı
durumunda tutuklama nedeni var sayılabilir. CMY’nin 100.
maddesi tutuklama kararı verilebilmesini, kuvvetli suç
kuşkusunun varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama
nedeninin bulunması durumuna bağlamıştır.
Türkiye 01.6.2005 günü 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç
Örgütleriyle Mücadele Yasası’nın yürürlükten
kaldırılmasıyla, mücadeleyi kazanarak esenliğe çıktığını
düşündüğü sırada, bir üniversite rektörünün haksız
ekonomik çıkar sağlamak amacıyla bir örgüt kurduğu ve
örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit
uygulayarak suç işlediği iddialarıyla sarsıldı.
Özellikle bu iddiaların, söz konusu üniversitede
yaşananlara, laik cumhuriyete karşı kadrolaşma
çabalarına, yüce Atatürk ‘ün vasiyet niteliğindeki
özlemine yanıt olarak çıkarılan bir tarikat liderinin
medrese kurulması öğütlerine, direnen, savaşan ve
kazanan onurlu bir bilim adamına yöneltilmesi,
sarsıntıyı daha da arttırdı.
Hele, aynı iddiaların yöneltildiği üniversite genel
sekreterinin, tutuklandıktan dört ay sonra, hakkında
iddianame düzenlenmemesi nedeniyle girdiği psikolojik
bunalım sonucu hayatına son vermesi, hukuksal olaya
trajik bir boyut da kazandırdı. Rektörün, sağlığını
kaybetmesi ve yoğun bakımda yaşam savaşı vermesi, bu
boyutun ayrı bir aşamasını oluşturdu.
Bu ortamda, Yargıtay içtihatlarından ve öğretiden
yararlanarak örgütlü suçluluğu, soruşturma usullerini ve
tutuklama koşullarını YTCY’nin 288 ve 5187 sayılı Basın
Yasası’nın 19.’ncu maddesi sınırları içinde irdeleyip
açıklamayı, mesleki ve vicdani bir borç olarak
görüyorum.
Örgütlü suçluluk Örgütlü (organize) suçluluğun, suç
işlenmesini kolaylaştıran yapılanması,kullandığı yöntemler ve devamlılık göstermesi gibi
özellikleri, kamu düzeninin yanında ekonomik ve
demokratik düzeni tehdit boyutuna ulaşmıştır. Ayrıca
çıkar amaçlı suç örgütlerindeki uluslararası işbirliği,
uluslararası kuruluşların ortak önlemler almasını da
zorunlu kılmıştır.
Türkiye’nin de imzaladığı Aralık 2000 tarihli Palermo
Uluslar arası Organize Suçluluğa Karşı Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi’nin 2/a maddesi ile AB’nin
21.12.1998 tarihli organize suçluluğun önlenmesi
hakkında ortak eylem kararının ışığı altında örgütlü
suçluluğun yapısal unsurlarını belirlemek olanaklıdır.
Bunların başında, organize bir yapılanma gelmektedir.
Kuşkusuz, örgüt veya aynı anlamda kullanılan teşekkül
çete kavramları organize yapılanmayı içermektedir. Bu
organize yapının, belirsiz nitelikte bir suç programına
sahip olması gerekir. YTCY’nin 220’nci maddesinde yer
alan “yasanın suç saydığı eylemler”, “amaç suçlar” ve
“örgüt içindeki hiyerarşik yapı”deyimleri, suçun yapısal unsurlarını ortaya koymaktadır.
Örgütlü suçluluğun bir diğer özelliği, sürekliliğidir.
Programlanan suçun işlenmesinden sonra dahi suç örgütü
devam etmelidir. Ve son olarak suç örgütü, en az üç
kişiden oluşmalıdır.
Sayılan özellikler, örgütlü suçluluğu suç ortaklığından
ayırmaktadır. Amaçlanan belirli bir suçu işlemek için
bir araya gelmenin hukuksal tanımı, suç ortaklığıdır.
Örneğin belirli bir tarihte yapılması kararlaştırılan
bir ihaleye fesat karıştırarak çıkar sağlamak
isteyenlerin, suç işlemek amacıyla örgüt kurduklarından
bahsedilemez. Bu birlikteliğin adı, suç ortaklığıdır.
Ayrıca, örnek gösterilen amaç suç olan ihaleye fesat
karıştırma suçunu işlemek için, araç suçların da
(sahtecilik vs.) işlenmiş olması, suç ortaklığı
kapsamındadır; suç ortaklığını “suç işlemek amacıyla
örgüt kurma suçuna” dönüştürmez.
Bu nedenlerle üniversitesinin, YÖK’ün ve
cumhurbaşkanının tercih ve güvenini kazanmış, kurumunu
iş, işlem ve eylemleriyle çağdaş bir bilim yuvası
niteliğine kavuşturmuş olan bir bilim adamına,
eylemlerinin hukuksal yönden onanmayıp suç olarak
yüklenebilmesi, ancak ve ancak önceden devamlı suç
işlemeyi amaçlayan bir örgütü kurduğunu açıkça gösteren
ve hukuksal olan kanıtlara dayanmakla olasıdır.
Rektörler hakkındaki ceza soruşturması yetkisi, 2547
sayılı Yüksek Öğretim Yasası’nın 53. maddesi uyarınca
YÖK’e aittir. Ayrık haller 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Yasası’nın (CMY) 250. maddesinde gösterilmiştir. 4422
sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasasıyürürlükten kaldırılmış
olmasına rağmen, bu nitelikteki mafya tipi suç örgütünün
faaliyeti çerçevesinde,cebir ve tehdit uygulayarak
işlenen suçlar,görev ve yargı çevresinin belirlenmesi
yönünden önemli sayılmıştır. CMY’nin 251. maddesi
uyarınca, sıfat ve görevleri ne olursa olsun, bu suçları
işleyenler hakkındaki soruşturma HSYK’ce görevlendirilen
cumhuriyet savcıları tarafından bizzat kovuşturma da
yine CMY ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerince
yapılır. Bu ayrık hükmün uygulanabilmesi için çıkar
amaçlı suç örgütünün varlığı yetmez. Ayrıca bu örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçun da cebir ve tehdit
uygulanarak işlendiğinin kanıtlanması ilk koşuldur. Aksi
halde, soruşturma yönünden (2547 sayılı yasadaki)
yetkinin gaspı söz konusudur.
Cebir, iradeyi ortadan kaldıran veya sınırlayan ve
muhatap kişi üzerinde kullanılan fiziki enerjidir.
Tehdit ise manevi cebir, zorlama olup, bir şeyin
yapılması veya yapılmaması yada yapılmasına müsaade
edilmesini sağlamak için, istenenler gerçekleşmediği
takdirde zarara uğratılacağının muhataba
bildirilmesidir. Tehdit, objektif olarak muhatabı
üzerinde ciddi korku yaratmaya elverişli, yeterli ve
uygun olmalıdır. Çıkar amaçlı suç örgütlerinde ayrıca
tehdidin yıldırma, korkutma ve sindirme oluşturacak
boyutta olması da aranmalıdır.
Örneğin, amaçlanan suçun işlenebilmesi için bir üçüncü
kişinin eylem veya işlemi gerekli ise bu kişiye
yapılması istenen şey ve yapılmaması halinde uğrayacağı
zarar açık bir biçimde bildirilecek ve bu korkutma ve
yıldırma sonucu amaca ulaşılacaktır.
Tehdidin suçun mağduru olması gereken muhatabına
ulaştığı ve yarattığı ciddi korku sonucu atılı suçun
kesin olarak işlendiği açık ve hukuksal kanıtlarla
ortaya konulamadığı sürece, birtakım varsayımlara
dayanarak CMY'nin 250. ve 251. maddelerinde yer alan
ayrık hükümlerin uygulanmasına olanak yoktur.
Tutuklama nedenleri
Örgütlü suçlarda, kuvvetli kuşku nedenlerinin varlığı
durumunda tutuklama nedeni var sayılabilir. CMY'nin 100.
maddesi tutuklama kararı verilebilmesini, kuvvetli suç
kuşkusunun varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama
nedeninin bulunması durumuna bağlamıştır. Şüphelinin
kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesinin bulunması,
kanıtları yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminin saptanması biçiminde olgular yoksa, aksine
örgütlü suçluluğun unsurları üzerinde kuvvetli kuşkular
varsa, verilecek tedbirden ibaret tutuklama kararının,
giderilmesi olanaksız yargısız infaza dönüşmesi
olasılığı da var demektir.
Sonuç
''Hukukun işlerlik kazanmadığı bir rejimin,
yurttaşlarına güven vermesi ve varlığını koruması
beklenemez.'' Sayın Cumhurbaşkanı'nın özdeyiş
niteliğindeki bu uyarısının ışığında, bağımsızlığına
getirilen tüm kısıtlamalara rağmen Türk yargısının,
mevcut kanıtları irdeleyip değerlendirerek maddi gerçeği
bulacağına ve adaleti sağlayacağına gönülden inanıyorum.
|
MİLLİYET 14.12.2005
Güneri Civaoğlu
....................
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Aşkın, nihayet
mahkemeye çıkıyor.
Bir rektör ki... Suçlamada "çete" iddiasıyla
yargılanacak.
Ama... İçeride sadece tek başına kendisi...
Bu kadar vahim bir suç işleyen kişi, tek başına çete
midir?
Genel Sekreter'in intiharından sonra, kalp yetmezliğiyle
hastanede olan ve ölümün karanlık coğrafyasında teğet
bir yaşamı ve psikolojik bozuklukları yaşayan üniversite
rektörü, herhalde, bileklerinde kelepçeyle getirilecek
mahkeme salonuna...
Yorum yok. Yorum, olayın kendinde...
"Çete" tanımının unsurlarından biri de "çıkar amaçlı"
olmak.
İddianamede "çıkar" yok.
"Şiddet ve baskı" unsuru ise, sadece YÖK'ün onayladığı
tasarruflar.
Bu dava da küresel adalet mercekleri atındadır.
.....................
Her iki davanın da Avrupa Birliği liderlerinin
toplantısıyla örtüşmesi, nasıl bir zamanlamadır?
Türkiye için talihsizlik mi?
Gösterilen tepkilere odaklanırsak, cevap, "EVET..."
Daha uzun vadeli bakılacak olursa, Türkiye'nin adaletini
Avrupalılık ince ayarından geçirmesi için belki de bir
neden oluşturacaktır.
AB sürecinde Doğu kafasına demirlenmiş bir gemide,
Batı'ya adımlar atmak ve güvertenin sonuna geldiğinde
yeniden geriye dönüp, sil baştan Batı'ya "nafile"
yürüyüşle nereye varılır ki! |
Tufan TÜRENÇ tturenc@hurriyet.com.tr
İki
hukukçunun Van izlenimleri
VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Yücel Aşkın’ın yargılanmasına bugün başlanıyor.
Şeriatın kestiği parmak acımaz derler. Bakalım
yargılama süreci ne gösterecek?
Ancak Van’a gidip araştırma yapan İstanbul Barosu
Başkanı Kazım Kolcuoğlu ile eski başkanlardan
Avukat Turgut Kazan’ın çok ilginç, ilginç
olduğu kadar endişe verici izlenim ve
değerlendirmeleri var.
Önce Turgut Kazan’ın izlenim ve
değerlendirmelerini satır başlarıyla sizlere
aktarmak istiyorum:
- Uygulanan yargı modeli Türkiye’ye yönelik bir
tehlikedir. Kızılan insan tutuklanıp hapse atılıyor,
bu vahimdir. Çünkü ihaleye fesat karıştırma
davalarında şimdiye kadar hiç kimse tutuklanmadı.
- Enver Arpalı’yı göreve Yücel Aşkın
getirmedi. Davayı çeteye sokmak için önce Arpalı,
sonra da rektör tutuklandı.
- Arpalı verdiği tahliye dilekçelerinde
‘Ben bu şerefsizliği nasıl taşırım?’ diye
yazıyor. Sonra da yakınlarına ‘Eğer mahkemeye
kelepçeli gidersem intihar ederim’ diyor.
- Yakınları ‘Arpalı’dan rektörü suçlayıcı ifade
vermesi istendi. Eğer bunu yaparsa kendisine
kolaylık gösterileceği söylendi ama o reddetti’
diyor.
- Arpalı yapılan baskılara dayanamadı ve
intihar etti. Bundan dehşet duymamak mümkün değil.
* * *
Turgut Kazan’ın değerlendirmelerine devam
edelim:
- İddianameden öğrendiğimize göre Prof. Yücel
Aşkın için açılan soruşturma imzasız bir
dilekçeye dayanarak başlatılmış.
- Bu tip ihalelerin parasını Hazine ödüyor. Yani
Van’daki görevlilerin eline para değmiyor. Ödenen
kadar cihaz gelmiş ve hepsi çalışıyor.
- İddianamede Aşkın ve arkadaşlarının çıkar
sağladığına dair bir kanıt yok. Devleti zarara
uğratma diye de bir şey yok.
- Savcılığın yürüttüğü sorgulama yöntemi son derece
saygısız ve haşin.
- Sürekli yolsuzlukla suçlanan rektör dayanamayıp
savcıya patlıyor: ‘Türkiye ve dünyadaki bütün
bankalara benim mal varlığımı sorun.’
- Hiçbir kanıt olmamasına rağmen rektör için
örgüt kurmak, ayrımcılık yapmak, özel hayatı ihlal,
kişisel verileri kayıt, sahtecilik, belgeyi bozmak,
ihaleye fesat karıştırmak ve kötüye kullanmak
suçlarından 3 bin 167.5 yıl hapis cezası isteniyor.
* * *
Kazan bu davanın bitmeyeceğini vurguluyor,
nedenini de şöyle açıklıyor:
‘Bu davada 141 tanık dinlenecek. 418 de mağdur
var. Üniversitede çalışanların büyük çoğunluğu Prof.
Yücel Aşkın tarafından mağdur edilmiş gibi davaya
dahil edilmiş ve duruşmaya davet edilmiş. Bu nedenle
mahkeme bir gösteriye sahne olacak. Oysa mahkeme
salonu 30 kişi ancak alabilir.
Türkiye’de 418 mağdurlu bir dava hiç olmadı.
Ara rejimlerde izlenen bir yol. Şimdi bu yol
izleniyor.’
Turgut Kazan’ın anlattıklarından sonra vatandaş
olarak endişe duymamak olanaksız.
İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu’nun
değerlendirmeleri de özetle şöyle:
‘Yargı baskı aracı olarak kullanılmaya başlandı.
‘Yargıya karışamayız’ diyerek baskı yapmak yolunu
seçiyorlar.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi seçilen ilk
üniversitedir. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi
ile Malatya İnönü Üniversitesi bundan sonraki
hedeflerdir. Van adliyesindeki öteki
yargıçlar da bu davadan tedirgindir.’
Keşke zamanı olsa da Adalet Bakanı Çiçek
bu iddianameyi okuyabilse... |
Emin ÇÖLAŞAN
ecolasan@hurriyet.com.tr
Hırsız,
çeteci, namussuz, akılsız rektör!
CUMHURİYET tarihinde görülmemiş bir yöntemi, yargıyı
da kullanıp uyguladılar. Van Üniversitesi Rektörü Yücel
Aşkın ve Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı’yı ‘çete
kurup soygun yaptıkları’ iddiasıyla tutukladılar.
Arpalı bu haksızlığa ve zulme dayanamadı, cezaevinde
intihar etti.
Rektör Yücel Aşkın hastaneye, yoğun bakıma
kaldırıldı. Odasının penceresine hiç utanıp sıkılmadan
demir parmaklık yapıldı.
Van adliyesinin savcısı tutuklama istemişti. Mahkeme bu
istemi kabul etti. Fakat gelin görün ki iddianame bir
türlü hazırlanmıyordu. Onlar cezaevinde yatadursun,
iddianameden ses seda yoktu.
Şeytanın azapta olması gerekirdi!
Ne zaman ki bu acı olaylar oldu ve kamuoyunda
kıyamet koptu, savcılık iddianameyi acele hazırladı ve
dava açıldı.
Yücel Aşkın Van’daki üniversiteyi gerici
kadroların, tarikatların elinden kurtarmıştı. Bazı
rektörlerle birlikte AKP iktidarının bir numaralı
boy hedeflerinden biriydi ve ‘halledilmesi’
gerekiyordu. Mekanizma ‘başarıyla’ çalışmaya
başladı.
* * *
Sevgili okuyucularım, şimdi size savcılık iddianamesinin
giriş bölümünü veriyorum. Lütfen çok dikkatle okuyunuz!
‘İddianame. Sanıklar: Prof. Dr. Yücel Aşkın
(Rektör)... Prof. Dr. Ayşe Yüksel (Rektör Yardımcısı.)
Prof. Dr. Hasan Ceylan (Rektör Yardımcısı)... Prof. Dr.
Fırat Cengiz (Ziraat Fakültesi Dekanı)...’
10 sanık var. Şimdi aynı iddianamenin başlangıcını
okuyalım:
‘Suç 1: Suç işlemek için örgüt kurmak.
‘Suç 2: Örgüte üye olmamakla birlikte bu örgüt adına suç
işlemek...’
En önemli ve ilk sırada yer alan ‘suçlar’
böyle!
Şimdi şu hukuk mantığına (!) bakınız!
Bu insanlar suç işlemek için örgüt kurmuşlar.
Fakat bu örgüte üye olmamışlar! Bununla
birlikte örgüt adına suç işlemişler!
Valla helal olsun. Sen örgüt kuracaksın ama örgüte
üye olmayacaksın!
Peki örgütün üyeleri kim? Üyesiz örgüt olur mu, üyeler
nerede? Herhalde şeytan aldı götürdü!
Rektör Yücel Aşkın’ın kafası hiç çalışmıyormuş!
Hırsızlık, hortum, çetecilik (!) yapmış ama örgüt
kurmayı bile becerememiş. Akılsızmış bu Rektör, akılsız!
Van savcılığının ‘bilimsel’ iddianamesinden bu sonuç
çıkıyor!
* * *
Şimdi size aynı iddianameden -özetle- bir bölüm
daha iletmek istiyorum. Aynen şöyle:
‘Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın Güzel Sanatlar
Fakültesi çalışma odasında bulunan şifreli çelik kasa
içerisinde:
İhbar, tehdit mektupları, Van Valiliği ve YÖK tarafından
yapılan yazışmaların asılları, isimli isimsiz ihbar
dilekçeleri, YÖK’e yazılmış yazılar, bazı sivil toplum
kuruluşlarından gelen davetiyeler, öğrenci dilekçeleri,
personelin askerlikle ilgili referans belgeleri,
türbanlı personelle ilgili belgeler, muhtelif mahkeme
kararları, PKK ve Hizbullah’la ilgileri tespit edilen
personelle ilgili işlemler tablosu, Danıştay kararları,
öğretim elemanları hakkında MİT’ten alınan bilgiler,
Kürdistan İslami Devrim Hareketi dosyasında imzasız
bilgi notu ve Van Emniyet Müdürlüğünün bu örgüt mensubu
öğrencilerle ilgili tutuklama kararları...’
Gördünüz mü çelik kasadan ne gibi ‘suç unsurları’
çıktığını!
Ama dahası var. Yine savcılık iddianamesinden aynen
alıyorum:
‘...Köşe yazarı Emin Çölaşan’ın yazılarını içeren
alıntı kupürler... Kendisinden önceki rektöre gelmiş YÖK
yazılarının asılları.’
Hukukçu değilim ama bu satırları okuyunca aklım
durdu. Savcılık iddianamesinde ‘suçlar’ sıralanır
ki, dava aşamasında belge olsun.
Peki bu belgelerin hangisi suç?
Tereciye tere satacak, Van savcılarına bu konuda
ders verecek konumda değilim ama ne yazık ki böyle.
Bu tür belgeler ancak polis aramalarında tutanağa
yazılır. Ne çıktıysa kayda girer. Savcılık
iddianamesinde bunların ‘suç unsuru’ imiş gibi
gösterilmesi hukuka, adalete sığmaz, yakışık almadığı
gibi hem hukuk, hem de adalet kavramlarını küçük
düşürür.
Kasadan Emin Çölaşan’ın yazıları çıkmış!
Vay be, demek ki suçmuş!
Cezaevinde bir kişi intihar etti. ‘Çetenin başı!’
bugün -aylar sonra- ilk duruşmaya çıkacak.
Adalet mülkün temeli imiş!
Öyledir de, eğer siyasi iktidarlar adalete karışmıyor,
müdahale etmiyor, hakim ve savcılara ‘bizim
istediğimiz kararı verirsen seni er geç Yargıtay’a üye
seçtiririz’ demiyorsa!
* * *
(Emin Çölaşan’ın notu: Bazıları bugünkü duruşmaya
AB gözlemcilerinin de gelmesini istiyordu. Burası
sömürge değil. Biz kendi sorunumuzu yabancılara gerek
kalmadan kendimiz çözeriz.)
Meral TAMER
Van'daki
olay, içki yasağından daha önemli
İnsan hakları mücadelesini, kişisel eğilimlerimizin ve
önyargılarımızın
önüne koymadıkça, bu ülkede daha çoook Van olayı
yaşarız!
Görüyorsunuz, bir hafta bile dayanamadım! Van
Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Yücel Aşkın'la ilgili yazılarımı, güya davanın
ertesi günü
noktaladığımı ilan etmiştim. Ama ne mümkün!
Sadece kıdemli okurlarımdan değil, bu vesileyle yeni
edindiğim okurlardan
da şiddetli itirazdan ricaya, sorumluluğa davetten
yakarmaya, hatta "Sizi
susturdular mı yoksa?" türünden endişe ve kışkırtmalara
varan talep ve
baskı bombardımanı altındayım.
Anladım ki, köşemde bu konuyu kapatma özgürlüğüm de yok,
hakkım da yok.
Zaten pazar sabahı Şirin Payzın'la CNN Türk'teki
söyleşimizde de fark
ettim: Prof. Aşkın'a tutuksuz yargılanma hakkı teslim
edilinceye kadar, bu
mesele benim için de bi - te - mez!
Bana dokunmayan yılan
Çünkü yaşadığım bu ülkede, uyulmasını istediğim bir
hukuk düzeni var.
Ancak o hukuk düzeni varsa, ben kendimi güvencede
hissedebilirim.
Aşkın gibi birinin haksızlığa maruz kaldığını gördüğümde
tepki
göstermezsem, yarın - öbürgün benim de, sizin de hukuk
dışı bir
uygulamayla hapsi boylamamız pekâlâ mümkün demektir!
Ama çoğumuz, "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın"
deyip, hukuksuzluğu
görmezden geliyoruz. 55 yıl önce altına imza attığımız
Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin çiğnenmesine göz yumuyoruz.
İçki yasağı ve Pamuk
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok'un bile
"Hukuk dışı
uygulamanın vardığı bu noktada, artık yargı bu işi kendi
içinde çözer
diyemiyorum. İnancımızı, umudumuzu yitirdik" dediği bir
ülkede,
hiçbirimizin kendimizi güven içinde hissetmemize imkân
kalmamıştır. Ve bu
noktadan bakıldığında, AKP hükümetinin Prof. Aşkın'a
reva gördüğü muamele,
son dönemdeki içki yasağı antrenmanlarından çok daha
önemlidir.
Ama her nedense bizim aydınlarımız, içki yasağına
gösterdikleri tepkinin
onda birini Prof. Aşkın'a uygulanan hukuk dışılığa
göstermediler...
Kimisi "Atatürkçü" diyerek burun kıvırdı.
Kimisi "Yargıya müdahale suçtur" bahanesiyle yan çizdi.
Kimisi "Muhakkak bir yolsuzluk yapmıştır" kolaycılığına
teslim oldu...
AB'nin çifte standardı
Aynı günlerde Orhan Pamuk'un yargılanmasının gerek içte,
gerekse
yurtdışında yarattığı haklı tepkileri, AB yetkililerinin
Türkiye aleyhine
zehir zemberek demeçlerini ve bu olaya geniş yer veren
Batı basınının
Prof. Aşkın'la ilgili neredeyse çıtının çıkmadığını
görünce iyice nevrim
döndü.
Türkiye'nin dünyaca ünlü bir yazarını, Ermeni katliamı
konusunda fikrini
özgürce beyan etti diye yargılamaya kalkması rezalet.
İyi ki AB var ve bu
konuda kıyameti kopartıyor. Ama insan hakları diye
mangalda kül bırakmayan
aynı AB'nin, Van'daki olayı neredeyse görmezden gelmesi
de aynı derecede
rezalet.
Aşkın'ı hiç tanımıyorum. Pamuk'u ise yıllardır izlerim.
Kişisel duruşum,
Aşkın'dan ziyade Pamuk'a yakın olabilir. Ancak bizler
-özellikle de
aydınlar- insan haklarını, kişisel ve siyasi
eğilimlerimizin önüne koymayı
içselleştirmek zorundayız. Bunu başaramadığımız sürece,
bu ülkede daha
çoook hukuk kılıfı giydirilmiş siyasi linçler göreceğiz
demektir.
Van'daki haç avcıları
Altan Öymen
aoymen@radikal.com.tr
Radikal Gazetesi – 18 Aralık 2005
Van Üniversitesi hakkındaki 'ihbar'lar arasında neler
var neler. Öğretim üyeleri erkeklerle kızları bir araya
getirmek için baskı yapıyormuş... Heykeller yoluyla
Hıristiyanlık propagandası yapılıyormuş...
Prof. Dr. Ayşe Yüksel, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektör Yardımcısı. Yalova doğumlu. 1979'da İstanbul
Üniversitesi Florance Nightingale Hemşirelik Yüksek
Okulu'nu bitirip İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde
akademik kariyere girmiş. Lepra üzerine uzmanlaşmış.
Anadolu'nun çeşitli illerinde lepra araştırmaları
yürütmüş. Böylelikle Anadolu'yu yakından görmüş ve
tanımış.
Yüksel, aynı zamanda Türkan Saylan'ın başkanlığındaki
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyesi... Derneğin
faaliyetlerine Van ve çevresinde katkıda bulunuyor...
Van Üniversitesi öğrencileri için çeşitli destek
projeleri gerçekleştiriyor.
Ayrıca şimdi sanık. Van'daki Aşkın davasının
sanıklarından biri...
* * *
Ben Ayşe Yüksel'i daha önce hiç görmemiştim. Mahkemedeki
sorgusunda gördüm ve dinledim. Mahkemeye yazılı olarak
bildirdiklerini şöyle özetledi:
"Ben savcılıktaki sorgulanmam sırasında hakkımdaki esas
iddiaların şunlar olduğu sonucuna vardım:
- Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adına PKK
yandaşlarını koruyormuşum... Onları himaye
ediyormuşum... Onlardan birine burs vermişim.
- Hıristiyanlık propagandası yapıyor veya
yaptırıyormuşum.
- Kız ve erkek öğrencileri aynı binada oturtmak için
gayret sarf ediyormuşum.
Bu iddialara şaşırdım ama cevap verdim.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin burs ölçütlerini
anlattım. Öğrenciler arasında etnik köken farkı
gözetmediğimizi, sabıka kaydı bulunanlar dışında
şartları uygun olan herkesin burs alabileceğini, ama
fakir öğrencilerin tercih edildiğini anlattım...
Savcı, PKK yandaşı olduğu iddia edilen bir kız
öğrenciden söz etmişti. Onun hakkında öyle bir bilgi
sahibi olmadığımı söyledim. 'Herhalde koşulları uyuyordu
da onun için vermişizdir' dedim.
Hıristiyanlık propagandası iddiasının akılsızca bir
iftira olduğunu, o konuda daha önce bir yerde yayın
yapıldığını, yayın yapanlar hakkında suç duyurusunda
bulunduğumuzu söyledim.
Kız-erkek öğrenciler konusundaki dedikodunun da aynı
şekilde iftira olduğunu, yurtların dışında öğrenci
binası diye bir binamız olmadığını söyledim..."
Ayşe Yüksel, bunları anlattı. İddianameyi gördükten
sonra ise daha da şaşırdığını söyledi. İddianamede,
sorgusunda cevapladığı o iddialarla ilgili bir suç
isnadı ve ceza talebi yoktu, zaten olamazdı ama,
hakkında Yücel Aşkın'la ilgili suç iddialarından
bazısına örgütlü olarak katıldığı iddiası vardı.
* * *
Ayşe Yüksel mahkemedeki ifadesinde o iddiaları
yanıtladı. Ama bizim buradaki konumuz, davanın içeriği
değil. Davada suç işlendiği iddiasına ve ceza talebine
neden olmayan, ama yayınlara konu olan o 'Hıristiyanlık
propagandası' ve 'kız-erkek' konuları...
Bakın bunlar Yüksel'e niçin sorulmuş:
Çünkü o iddialar, üniversitenin içinden veya yakınından
bazı kimseler tarafından savcılığa bildirilmiş. Resmi
ifadelerle tutanağa geçirilmiş.
Adlarını açıklamaksızın, birkaç örnek verelim. Bir
üniversite mensubunun ifadesinden:
"Ayşe Yüksel'in misyonerlik faaliyetleri yürüttüğünü
duydum. Yani Hıristiyanlık dininin propagandasını
yapıyormuş, ayrıca Ayşe Yüksel bu faaliyetler
çerçevesinde özellikle kızlı erkekli öğrencilerin aynı
evde kalmalarını temin etmiş, bu konuda somut bir bilgim
yoktur, ancak bunlar duyuma dayalıdır."
Peki, bunu söyleyen kişi, elinde 'somut bilgi' olmadığı
halde, bu 'duyuma dayalı' şeyleri niçin savcıya
söylemiş? Bilinemez. Ama ifadesinde şu cümleler de var:
"Ben 3 yıl önce doçent oldum. Ancak kadroya atanmam 1.5
yıl gecikti."
Bir başka eski üniversite mensubu da, ifadesinde, halk
arasında 'söylenti'lerin çıktığını bildirerek şunları
söylüyor:
"(Ayşe Yüksel) 60 kadar daire tutarak bazı öğrencilere
aylık burs verdiği, bu öğrencileri örgütlediği,
kız-erkek birlikte kalma zorunluluğu karşılığında
öğrencilere burs ayarladığı, hatta bazı dernek ve
vakıfları bu işe aracı olarak kullandığı
belirtilmektedir."
Bu 'söylenti'ler, nerede, nasıl, kimler tarafından
'belirtilmektedir', ifadeyi veren bunu 'belirtme'ye
gerek görmemiş...
Bir başka ifade örneği: Anlaşıldığına göre, bu ifadeyi
veren kişi, Üniversitenin hukuk müşaviri kadrosunda
iken, sonradan oradan ayrılıp serbest avukat olmuş.
Üniversiteye karşı dava açmak isteyenlerin vekâletini
alıyormuş. Şöyle diyor:
"Bir bankta otururken bir öğrencinin elinde Yahoa
Nahşihatı isimli bir kitap gördüm. Bu öğrenciye bu kitap
nedir diye sordum. 'Bu bir İncil'dir. Bunu bize verenler
bize kucak açmışlardır, karnımızı doyurmuşlardır. Ayşe
Yüksel'in temsil ettiği Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
tarafından korunuyoruz. Tüm ihtiyaçlarımız
karşılanmaktadır' dedi. (...) Ayrıca Ayşe Yüksel'in
misyonerlik faaliyeti çerçevesinde kızlı-erkekli öğrenci
evleri tuttuğunu duydum."
Evet, ifadeyi veren 'dedi' diyor "duydum" diyor. "Kim"
dedi, "kimden" duydu, belli değil. Ama bunları savcılığa
ifade olarak vermiş...
* * *
Bunlar, üniversiteyle ilgili olarak yayılan ve bazı
yayınların da konusu yapılan iddialardan bazıları... Bir
başka iddia ise, davayla ilgili ifadeler arasına
girmemiş ama, yerel basına yansımış. Onu da anlatalım:
İddia şu: Üniversite 'Haç' heykelleriyle donatılmış...
Gerçek ise şu: 2002 yılının mayıs ve haziran aylarında
üniversitede, bir 'uluslararası heykel etkinliği'
düzenlenmiş. Tam adıyla: 'Uluslararası Kireç Taşı
Heykelleri Sempozyumu...' Bir şartname düzenlenmiş. Dış
ülkelerden heykeltıraşlar davet edilmiş.
Her sanatçıdan bir heykel yapmasının beklendiği,
heykellerin üniversite kampusunun belirli noktalarına
yerleştirileceği belirtilmiş. Sempozyumun belirli bir
'tema'sı olmadığı, sanatçıların heykellerinin konusunu
istedikleri gibi seçecekleri kaydedilmiş.
Dokuz ülkeden heykeltıraşlar gelmiş...
İtalya'dan, Fransa'dan, Belçika'dan, Bulgaristan'dan,
Kanada'dan, Ukrayna'dan, Litvanya'dan, Japonya'dan ve
Türkiye'den... Hem sempozyum halinde etkinliklere
katılmışlar. Hem de heykellerini yapmışlar. Heykeller,
üniversite kampusunun belirli yerlerine dikilmiş.
Törenler yapılmış. Gitmişler.
* * *
Ve sonra... Aradan üç yıl geçmiş. Birdenbire önce bir
yerel gazetede, sonra bir İstanbul gazetesinde
heykellerle ilgili haberler yayımlanmış. Şu başlıklar
altında:
'Van'da Haçlı Üniversite...'
'Van'da 6 Adet Haç Var.'
'Üniversite'deki Haçlar.'
'Hıristiyanlık Propagandası'..v.s..
Üniversitenin konuyla ilgili profesörleri bunları nasıl
cevaplayacaklarını şaşırmışlar.
Gerçi sempozyum sırasında yapılan 10 heykel var. 'Haç'a
benzetilerek, fotoğrafı çekilip yayınlanan heykel,
bunlardan sadece biri. O da milattan (İsa'nın
doğuşundan) 700 yıl önceki dönemden kartal kanatlı bir
kadın figürü örnek alınarak yapılmış. Yani
Hıristiyanlık'tan önceki dönemden... 'Haç'ın
Hıristiyanlığı temsil etmesinin zaman açısından mümkün
olmadığı bir dönemden...
Bunlar, üniversite yönetimi tarafından, basın toplantısı
yapılarak, demeçler verilerek anlatılmış... Ama ne
fayda... Yapılan yayınlarda, "Bu haçtır" denilmeye devam
edilmiş...
Peki, öteki haçlar?.. Verilen sayıya göre diğer beş adet
haç?.. Onlar hangileri?
'Haç avcıları' birini daha 'yakalamış'lar: 'Kadın ile
erkek' adlı bir heykelin kaidesine tersten bakılınca
'haç' görüntüsü veriyormuş.
Başka?.. Öteki heykeller arasında, tersten de bakılsa,
yandan da bakılsa haç görüntüsü vermesi mümkün olan
başka bir heykel yok.
Ama 'dilin kemiği' de yok... Heykellerin tümüne
yakınının 'haç'lı olduğu rivayetleri bitmek bilmemiş.
Üniversite kampusunun en hâkim yerinde, yüksek minareli
büyük bir cami de bulunmasına rağmen...
* * *
Van'da bütün bunları görüp, dinleyip, öğrenirken, aklıma
eski zamanlar geldi. "Ben bu filmi daha önceleri de
görmüştüm" duygusuna kapıldım. 50-60 yıl öncesini
hatırladım.
Köy Enstitüleri'ne yöneltilen hücumları düşündüm.
Gerçi o zamanlar 'PKK yandaşları' yoktu. 'Himaye
ediliyorlar' suçlaması onlar için yapılamazdı. Ama o
zaman da 'komünistler' vardı. Suçlanmak istenen
eğitimcilere "komünistleri himaye ediyorlar" denilirdi.
Karma sistemle okuyan çocukların öğretmenleri için,
imalı laflar kullanılarak "kızlarla erkekleri bir araya
getiriyorlar" denilirdi.
Ve Köy Enstitüsü binalarının, yapılış şekillerinden
anlamlar çıkarılırdı. Çok bilmiş bir edayla sorulurdu:
"L biçiminde yapılmış... 'L' ne demek?"
"Lenin demek" denilirdi.
Heykellerle Hıristiyanlık propagandası yapıldığı iddiası
henüz ortaya çıkmamıştı.
Ama arada bir bazı heykellerin veya şekillerin 'orak'a,
bazılarının da 'çekiç'e benzediğini 'keşf'edenler
çıkardı.
Gel zaman git zaman... Bazı değişiklikler var ama, 'işin
esası' değişmemiş...
Van'ı
Karıştıran PUT'LAR
Balçiçek Pamir
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeki
bir sempozyuma katılan yabancı heykel sanatçılarının
eserleri üniversitenin bahçesine konunca tartışmalar
başladı. İşte "put" sanılan heykellerin öyküsü...
Put değil bin yılın kanatları onlar
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın
yargılanırken Vanlı yöneticiler onun hakkında çoktan
karar vermişti; "Dini bütünlere Hıristiyanlık öğretiyor,
putlara tapıyorlar." İşte iddialar ve gerçekler.
Van sokaklarında dolaşıyorum. Geçen yıl bu zamanlarda
kar varmış buralarda. Şimdi ise güneş. Ortamın
tatsızlığından mıdır bilinmez içim üşüyor. Güneş falan
hikaye. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel
Aşkın'ın duruşması sürüyor. Yok çete davası değil, bu
sefer tarihi eser kaçakçılığı suçlaması. Hani 14
Temmuz'da rektör Azerbeycan'dayken evine bir baskın
yapılmıştı ya, hatırladınız mı? Rektörlük lojmanında tam
13 saatlik bir arama gerçekleşmişti. 500 küsur tarihi
esere "kaçak" diye el konmuştu. Bu dava onun davası.
Adliyenin önünde bekleyen Van muhabiri Ercan cep
telefonumdan haber veriyor, "Beraat etti, rektör
çıkıyor" diye. Hızlı hızlı yürürken, bir taraftan da
düşünüyorum 13 saatlik baskından yıldırım hızıyla beraat
mi çıktı yani? Adliyenin önü kalabalık. Bir gün önce
rektörlerini üniversitede bekleme kararı alan tüm
öğretim üyeleri bugün burada. Ellerinde karanfiller.
Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği Üyeleri de kapıda. Çoğu kadın. "Sivil
insiyatif yok" diyor bir tanesi. Diğeri keskin bir dille
cevap veriyor. "Nasıl olsun ki? Biz de çocuklarımızı
böyle yetiştirmedik mi sanki? Aman sus aman karışma,
aman olaylardan uzak dur diye. Hep bizim başımıza gelen
onların başına gelmesin diye sakındık. Ne oldu?
Susturulmuş bir toplum çıktı ortaya, tepkisiz, duygusuz,
sessiz." Aklım hala davada. Şaka değil. Tam 13 saat
lojmanda arama yapıldı. Sonuç? Yargıç "İnandırıcı delil
yok" demiş. Rektör kapıda gözüküyor. Yorgun, bitkin.
Alkışlar başlıyor. Bir an yüzünü kaldırıp kalabalığa
doğru bakıyor. Gözleri yaşlı, kıpkırmızı. O sırada müze
müdürünü görüyorum. Peşinden koşuyorum. Amacım iddiaları
sormak. "Rektör tarihi eser kaçakçılığı hakkında
suçsuzdur, çoğu eser tarihi bile değildir diye bir rapor
verdiğiniz doğru mu? Hatta bu rapor yüzünden hakkınızda
soruşturma açıldı mı?" Müze müdürü tabana kuvvet. Hiçbir
şey dinlemiyor. Rektörü taşıyan ambulans gidiyor,
kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlıyor. "Haydi"
diyorum Ercan'a. "Üniversiteye"... Neymiş şu putlar bir
görelim bakalım. Hikayeyi baştan alayım. Van'a
geldiğimden beri önüme gelene Rektör Yücel Aşkın
hakkında ne düşündüğünü soruyorum. Vanlıların tepkisi
ortak. "Dini bütünlere Hıristiyanlık öğretiyorlarmış
orada." Nasıl yani? "Öğrencilere para karşılığı
Hıristiyan dinini öğretiyorlarmış. Misyoner
faaliyetlerde bulunuyorlarmış. Ayrıca orada putlar var.
Putlara tapıyor onlar." Ne putları? Çoğunuz
"Cahil insanların sözleri bunlar" diye gülüp
geçebilirsiniz. Geçmeyin çünkü Hıristiyanlık
propagandası yapıldığını dair iddialar Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Ayşe Yüksel'e yöneltilen suçlamalar arasında.
Van Savcılığı tarafından yönetilen soruşturma kapsamında
Ayşe Yüksel'e Hıristiyanlık propagandası yapılıp
yapılmadığı sorulmuş, ayrıca erkek ve kız öğrencilerin
birlikte oturması için ev tutup tutmadığı da merak
edilenler arasında. İyi mi? Rektör her ne kadar dış
kredili tıbbi cihaz alımında yaptığı yolsuzluk nedeniyle
yargılanıyor olursa olsun Vanlıların umurunda değil.
Onların cümleleri aynı "Dini bütünlere karşı suç
işlediler, Hıristiyanlığı öğrettiler, putlara
tapıyorlar." Nedir bu put meselesi peki? Yola
çıkıyoruz. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van'ın yaklaşık 15
kilometre dışında. Girişte bir Jandarma Karakolu var.
biraz ilerleyince karşınıza tüm heybetiyle çift minareli
bir cami çıkıyor. Evet yanlış okumadınız, kampüsün
içinde. Peki putlar nerede? Hikaye basit aslında.
Üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi 10 Mayıs -8
Haziran 2002 tarihleri arasında "1. Uluslararası
Kireçtaşı Heykel Sempozyumu" düzenliyor. Sempozyuma
İtalya, Fransa, Belçika, Japonya, Bulgaristan, Kanada,
Ukrayna, Litvanya ve Türkiye'den birer heykel sanatçısı
katılıyor. Buraya kadar tamam. Asıl kıyamet yapılan
heykellerin üniversite kampüsüne yerleştirilmesinden
sonra kopuyor. Özellikle Ukraynalı ünlü heykeltıraş
Yuliy Sinkevych'in eseri bir kesim tarafından haça
benzetilince tartışmalar başlıyor. Özellikle yerel
basının körüklediği put benzetmeleri yayıldıkça
üniversite yönetimi açıklama yapıyor. Güzel Sanatlar
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zühre Şentürk şöyle diyor:
"Heykellerin haç şeklinde olduğu yönündeki haberler
sadece rektörü yıpratmak içindir. Şeriat özlemlerine
kılıf arayanlar, cahil cesaretinden nasıl bir pay
çıkarmayı ummuştur sorusu insanın aklına geliyor.
Heykellerin hiç birinde haç motifi yoktur." Haç
motifi taşıdığı iddia edilen heykel aslında neyi
anlatıyor? Bırakalım bu soruya yanıtı heykeli yapan isim
versin. "Çalışmamın ismi 'Bin Yılların Kanatları'.
Van ve çevresindeki topraklardan birçok kültür gelip
geçmiştir. Bunların bir süre sonra canlanarak
kanatlandığını anlatmak istedim. Ayrıca bu eser bir
kaide üzerine oturtulmuştur." "Put" denilen
heykelleri tek tek inceliyorum. Ercan da fotoğraf
çekiyor. Haç olduğu iddia edilen heykele dayanıp poz
verdiğim gören temizlik görevlileri "Tövbe tövbe"
diyerek ayrılıyorlar yanımızdan. Yani Van'da işler hiç
de öyle uzaktan gözüktüğü gibi değil. Üniversite
hakkında uydurulmuş bir çok hurafe bugün hala etkisini
sürdürüyor. Vanlıların bir bölümü rektörün ne olacağıyla
ilgilenmiyor bile. İsmini duyduğu anda tepki veren,
küfür eden, "kafirler" diye söylenen bir kesimin
olduğunu da yadsımamak gerek. Peki ya öğrenciler? Onlar
kararsız. Kimi "Yatsın içerde" derken suçun ne
olduğundan habersiz. Bazıları ise Yücel Aşkın
"Üniversiteyi üniversite yapmaya çalıştığı için
cezalandırılıyor" diyor. "Aşkın'dan sonra Van'a
modernlik gelmişti." Fazla konuşamıyor "Dersimiz var,
Oya Hoca'nın dersi" diyerek yanımdan ayrılıyorlar.
Karmakarışık duygular içindeyim. Hangi Oya Hoca? Oya
Aşkın mı? Hani rektörün eşi... O bir gün önce kocası
tahliye olamadığı için bir damla gözyaşı dökmeyen ama
gözlerinden canının yandığı belli olan, o güçlü kadın
mı... Gerçekten mi... Her şeye rağmen. Derslere giriyor
mu... Van'da bir gün daha bitiyor. Bir sonraki duruşma
iki hafta sonra. Otele gidip eşyalarımı toplarken bir
öğretim üyesinin söylediklerini düşünüyorum. " Van'ı
anlamak için burada yaşamak lazım. Hep taraf olmak
zorundasınız. Hep birilerinin arkasında sağında solunda.
Rektör özgür düşünün deyince olmadı tabii.
Birileri beğenmedi."
Sevgili arkadaşlar şu anda Berlin'de yaşayan Yücel beyin
öğrencilerinden Susam Dündar' Işık'ın Almanya'da
yayınlanan Post Gazetesi'nde yer alan yazısı aşağıda...
Arkadaşımız aynı zamanda Hakki Keskin (Federal
Milletvekili) ile görüşmüş. Onun da bu konuya ilgi
gösterecegine söz verdiğini bildiridi. Ayrıca Alman
SPD'nin (Sosyal Demokratlar) bir seyler hazirlamaya
calistığını ifade etti.
Nalan Akgün
http://www.postgazetesi.com/c/ho.asp?id=5102
22.12.2005 Deutsch
|
Melih Aşık
Van'da adalet...
Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın, beklenenin
aksine dün tahliye edilmedi, tutukluluk halinin devamına
karar verildi.
Bir
rektör 6 ay hapiste kalırsa rektörlüğü düşüyor. Yücel
Aşkın'ın hapiste 6 ay kalması kuşkusuz birçok kişiyi
memnun edecek.
Özellikle de Rektör'ün Van'da irticai örgütlenmeye karşı
mücadele etmesi ve ihaleleri AKP yandaşlarına
vermemesinden rahatsız olanları...
O
kişilerin adamları, dün Van'da Adliye'nin karşısında
toplanmış, Rektör'e hortumcu, hırsız diye hakaretler
yağdırıyordu. Rektör Yücel Aşkın bitkin vaziyette
Adliye'den ayrılırken ambulansın çevresini sardılar,
yeni bir Sivas olayı yaşanmasına ramak kaldı.
Van'daki adalet sürecine küçük bir örnek... Van Tabip
Odası, üç gün önce yayımladığı bildiride Yücel Aşkın'ın
yattığı YYÜ Araştırma Hastanesi Başhekimi ile ilgili suç
duyurusunda bulunuyor. Başhekim'in kamuoyunu etkilemek
için Yücel Aşkın'ın durumunu ağır gösterdiğini öne
sürüyor.
Bu
şikâyeti yapan Van Tabip Odası Başkanı Doç. Özkan Ünal,
aynı zamanda Yücel Aşkın davasında bilirkişi olarak
görev yapıyor. Anlayın gerisini...
Van'da olup bitenler Türkiye'nin vicdanını sızlatıyor.
Hükümet varılacak acı sonuçlardan yarar umuyorsa çok
yanılıyor. |
Nail Güreli 14 Aralık 2005 Milliyet
Soruşturma
üzerinden tutukluluğa prim
Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın,
çektiği onca çileden sonra, nihayet bugün yargı önüne
çıkarılıyor.
Geçen haftaki yazımızda Van olayını irdelerken, Adalet
Bakanı Cemil Çiçek'in bir sözünü eleştirmiştik. Çiçek,
İstanbul'da bir toplantı sonrası gazetecilerin
sorularını yanıtlarken, intihar eden Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'nın
tutukluluk süresinin uzamasına ilişkin olarak, bazı
soruşturmaların 10- 20 yıl bile sürebileceğini
söylemişti. Oysa, söz konusu olan, tutukluluğun sürmesi.
Bir
Adalet Bakanı'nın, soruşturmanın 20 yıl sürebileceğinden
söz etmesi, yargıya karışma (müdahale) niteliğindeydi.
Hele Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın da yargı önüne
çıkarılmadan aylardır tutuklu olduğu bir dönemde, bu
sözler yargıya dolaylı yol gösterme, telkinde bulunma
sayılabilirdi.
İşte biz bunu eleştirdik.
Yazının çıktığı gün Bakan Çiçek telefon edip, böyle bir
söz söylemediğini ileri sürdü.
Bu sözlerin üç hafta önce yayımlandığını söyledik.
Bakan, söylemediğinde ısrar etti. Bu sürede bir açıklama
göndermediği için, haberin doğruluğunu düşünerek
yazımıza kaynak aldığımızı belirttik.
Konuşmamız sırasında Bakan, açıklama gönderdiğinde
gazetelerin koymadığını söyleyerek yakındı. Bu arada
bizim "deneyimli, sorumlu, ciddi bir gazeteci" olduğumuz
yolunda iltifatlarda bulundu, köşe yazılarının bir
"kaynak" olarak kaldığını söyledi.
Bir
sonraki yazımızda düzeltme yayımlayacağımızı vaat ettik.
Fakat yine de Bakan Çiçek'in "deneyimli, sorumlu, ciddi
gazetecilik" tanımlamasına uyarak, bir araştırma yaptık.
Önce, 15 Kasım tarihli Milliyet'te haberi imzasıyla
yayımlanan muhabir arkadaşımız Tahsin Aksu'ya sorduk.
Bakan'ın sözlerini kulağıyla duyduğunu söyledi; yani bir
başka kaynaktan aktarma değildi.
Milliyet'in haberine elbet güveniyorduk, ama Bakan'ın
iddiası üzerine, ajans haberlerini de taradık. Hatta DHA
ve CNN Türk televizyonundaki arkadaşlarımız da seferber
olup, l4 Kasım'da yayımlanan haber filmini buldular.
Görüntülü ve yazılı kaynaklar Bakan Çiçek'in "bazı
soruşturmaların 10-20 yıl sürebildiğini" söylediğini
kendi ağzından doğruluyordu.
Bakan'ın sözleri, soruşturma üzerinden tutukluluğa
destek şeklinde yorumlanmaya açık. Bizce, Bakan'ın
konuşmaması doğru olurdu.
MERAL
TAMER 14.12.2005 MİLLİYET
Türk yargı sisteminin 2 sınavı
Bu
hafta tüm projektörler yargının üzerinde. Van
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın bugün Van'da,
yazar Orhan Pamuk cuma günü İstanbul'da yargılanıyor.
Aşkın davası, adil yargılanma hakkı ve hukukun
üstünlüğünün çetin sınavı olacak. Pamuk davasında ise
yargının, ifade özgürlüğüne bakışı sınanacak.
Orhan
Pamuk davası için gerek Türkiye'de, gerekse Avrupa'da ve
hatta dünyada kilit noktalardaki geniş bir kitle
seferber olmuş durumda. Yarın Avrupa Parlamentosu'ndan
bir heyet salt bu nedenle İstanbul'a geliyor. Çok da iyi
ediyor...
Aşkın içinse Türkiye'de geniş bir tepki cephesi oluştuğu
halde, yeterince seslerini duyuramıyorlar. Çünkü
organize değiller. Çaresizlik içinde birbirleriyle
haberleşiyorlar. Eh, Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bir
rektör, elleri kelepçelenerek hapse konulduğu için bu
konuda bir deneyim, birikim, bir ezber yok tabii...
(Temennimiz bundan sonra da olmaması). Dolayısıyla Pamuk
davasında olduğu gibi dört dörtlük dosyalar hazırlayıp,
Avrupa'da konuyla ilgilenebilecek tüm mercilere anında
iletmeyi bilemiyorlar...
AB neden sus - pus?
Avrupa Birliği'nin Aşkın konusundaki sessizliğinin bir
nedeni, AKP hükümetinden bilgi istediklerinde "Bu bir
yolsuzluk davasıdır, birkaç üniversite rektörü daha
sırada..." yanıtını almış olmalarıysa, diğer
nedenlerinden biri de pekâlâ Aşkın davasının içyüzüyle
ilgili olarak bugüne dek doğru - dürüst
bilgilendirilmemiş olmalarıdır. Buradan çıkarılacak
dersler vardır.
Ama
bizim yıllardır izlediğimiz AB, ne iktidar kanadından
gelen bu tür yanıtlara pabuç bırakır, ne de yeterince
bilgilendirilmediği bir konuya sırtını çevirir. Bizim
bildiğimiz AB, kendi öncelikleri doğrultusunda
araştırmalarını yapar, kendi istediği sonuçlara ulaşır
ve "gerekçesini" de açıklayarak pozisyon belirler!
Evet, Türkiye'deki her konuda söyleyecek sözü olan AB
Temsilcisi Hansjörg Kretschmer, konu Van olunca "yargıya
müdahale" ilkesini hatırlatmakla yetindi durdu.
Ülkemizde kuş uçsa müdahil olan AB Komisyonu sus - pus.
Akpınar'ı şaşırtan...
Bu durum, yılların usta sanatçısı Metin Akpınar'a
dokunmuş. E - postamda biriken Aşkın'la ilgili mesaj
dağları arasında Akpınar'ınkini sizlere aktarmak
istiyorum:
"Yücel Aşkın'ın uğradığı büyük haksızlığa karşı
köşenizde yürüttüğünüz kampanyayı canı gönülden
destekliyorum. Beni hayrete düşüren, aleyhinde dava
açılan Orhan Pamuk'a haklı olarak bu kadar sahip çıkan
AB'nin, neden Aşkın'a destek vermediğidir.
Acaba
Yücel Aşkın Kemalist olduğu için mi?
Sizden bir ricam var. Yücel Aşkın'la ilgili e - mail
gönderebileceğimiz AB üst düzey yöneticilerinin
adreslerini köşenizde yayınlar mısınız?"
Aşkın, tutuklanması ve kendisine yönelik suçlamaların
sorulması üzerine şunları söyledi:
"Sheakspeare'in tiyatrosundan Descartes'in ve Kant'ın
felfesesinden Bach'ın çello sanatlarından Van Goghe'un
renklerinden Guiseppe Umberetti'ni dizelerinden çıkara
çıkara İngmar Bergman'ın, Anna Kava'nın ve Franz
Kafka'nın dünyasını üretmiş bir varlık için hiç
şaşırtıcı değil. Hiçkimseye kırgın değilim beni ihbar
edenler dahil. Vaktiyle Çetin Altan eski bir yazısında
'birkaç yüz kelimeye sığıyorsa dünyanız, bakmayın
Matisse'nin balıklarına' demiştir. Bu kişiler keşke
Matisse'in balıklarına bakmayı başarabilse.Onlar için
üzgünüm sadece."
Milliyet 30 Aralık 2005, Cuma
|
Sayfa Başı
|
|